Ülke, Türkiye

Başvuru No.39437/98, 24.01.2006

Şikayetin Özeti

Başvuran, barış yanlısı olmasından ve vicdani retçi düşüncelerinden dolayıkovuşturmaya uğrayıp, yargılanmasından şikayetçi olmakta, bu bağlamda AİHS’nin 3., 5., 8.,ve 9. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

AİHM’in Değerlendirmesi

AİHM, başvurunun kabuledilebilirlik kararında 9. maddenin uygulanabilirliği sorununun esasla ilgili incelemeyle birleştirilmesine karar vermişti. Bununla birlikte mevcut davanın, aşağıda yer alan gerekçelerden dolayı AİHS’nin 3. maddesi çerçevesinde incelenmesi gerektiğini değerlendirmiştir.

AİHM, Thlimmenos-Yunanistan (no: 34369/97, § 43, AİHM 2000-IV) kararında başvuranın ilk mahkûmiyetinin ve daha sonra makamların atamasını gerçekleştirmeyi reddetmelerinin AİHS’nin 9 § 1. maddesinde yer alan hakların kullanımına bir müdahaleyi oluşturup oluşturmadığını incelemeyi gereksiz gördüğünü hatırlatır.AİHM, sözkonusu davada, 4 § 3 b) maddesine rağmen askerlik görevini yapmayı reddeden vicdani retçilere yasal yaptırım uygulanmasının 9 § 1. maddede öngörülen düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü ihlal edip etmediği hususuna değinmek durumunda olmadığını kabul etmiştir.

Aynı değerlendirme, halihazır dava için de geçerlidir. Başvuru AİHS’nin 3.maddesi çerçevesinde ciddi sorular ortaya koyduğundan, AİHM, Sözleşme’nin 9.maddesinin uygulanabilirliği üzerinde durmayı gerekli görmemektedir.

AİHS’nin 3. maddesi, aşağıdaki şekildedir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”

Sözkonusu madde, demokratik toplumların temel değerlerinden birini oluşturmakta (Bkz. Soering-İngiltere kararı, 7 Temmuz 1989, seri:A no:161, s. 34 §88) ve hiçbir istisna gözetmemektedir. AİHS’nin 15. maddesi, savaş ve ulusal varlığı
tehdit eden hallerde dahi 3. Maddeye istisna getirmeye imkân vermemektedir (Bkz.Chahal-İngiltere kararı, 15 Kasım 1996, 1996-V, s. 1855, § 79).Kötü muamelenin 3. madde kapsamına girmesi bakımından asgari bir ciddiyet düzeyine ulaşması gerekmektedir. Bu nedenle verilerin tamamının ve muamelenin fiziksel ve ruhsal etkilerinin değerlendirilmesi gerekmektedir (Bkz. örneğin İrlanda-İngiltere kararı, 18

Ocak 1978, seri: A no: 25, s. 65, § 162). Ayrıca AİHM, AİHS’nin 3. maddesine aykırı uygulamaların belirlenmesi amacıyla kanıtları değerlendirirken “her türlü makul şüphenin ötesinde” ilkesini esas almaktadır. Bu hususun ispatı için, yeterince ciddi, kesin ve uyumlu bir dizi kanıt ya da çürütülemeyen karineler gerekmektedir. Kanıtların elde edilmesi aşamasında tarafların tutumu da bu doğrultuda dikkate alınacak hususlardan biridir (aynı karar, s. 65, §
161).

Taammüden ve uzun bir süre uygulanıyor ve önemli fiziksel ve ruhsal acılara maruz bırakıyorsa bu muamele AİHS’nin 3. maddesi uyarınca, “insanlık dışı” bir uygulamadır (Bkz.diğerleri arasında, Kudla-Polonya kararı, no: 30210/96, § 92, AİHM 2000-XI). Ayrıca, bir cezanın veya uygulamanın 3. madde açısından “onur kırıcı” olup olmadığını incelerken
AİHM, amacın ilgiliyi aşağılamak ve küçültmek olup olmadığını ve alınan önlemlerin 3.maddeye aykırı olarak kişiliğini etkileyip etkilemediğini inceleyecektir (Bkz. Albert ve LeCompte-Belçika kararı, 10 Şubat 1983, seri: A no: 58, s. 13, § 22). Kişinin adli nedenlerle yakalanması veya tutuklanmasının 3. madde açısından onur kırıcı ve küçültücü sayılması için
onur kırıcılığın veya aşağılanmanın belli bir düzeyde cereyan etmesi ve her yakalama veya tutuklama sırasında yaşanan onur kırıcılık unsurunun ötesinde bir uygulama oluşturması gerekir (Bkz. mutatis mutandis, Raninen-Finlandiya kararı, 16 Aralık 1997, 1997-VIII, s.2821-2822, § 55). Başvuran üzerinde tutukluluk koşullarının etkilerinin değerlendirilmesi
sözkonusu olduğunda, bütün bu etkilerin birikmiş sonuçları da dikkate alınmalıdır (Bkz.Dougoz-Yunanistan kararı, no: 40907/98, § 46, AİHM 2001-II).

Yukarıda sayılan unsurlar ışığında AİHM, mevcut davada felsefi düşüncelerinden dolayı askeri üniformayı giymeyi reddetmesi üzerine birbiri ardına mahkûmiyetlerinin ve devamlı cezai kovuşturmaya tabi tutulma tehlikesinin başvuranı onur kırıcı ve küçültücü bir duruma soktuğunu değerlendirmektedir. AİHM’nin, bu hususun bir ceza davasında mahkûm
edilme ve tutuklu bulunma durumundaki onur kırıcılık unsurundan farklı bir durum oluşturup oluşturmadığının üzerinde duracaktır.

AİHM, kayda değer sayıdaki kovuşturmanın ve mahkumiyetin başvuranın zorunlu askerlik hizmetinden muaf tutulmasıyla sonuçlanmadığını kaydetmektedir. Başvuran bugüne değin askeri üniformayı giymeyi reddetmekten sekiz defa mahkum edilmiş, bununla birlikte cezasını çekip serbest bırakılmasının ardından her seferinde bölüğüne götürülmüş, askerlik
görevini yerine getirmeyi veya askeri üniformayı giymeyi reddetmesinin ardından yeniden mahkum edilerek cezaevine gönderilmiştir. Başvuran zorunlu askerlik hizmetini yerine getirmeyi reddetmekte ısrar ederse hayatının sonuna kadar ard arda hapis cezalarına çarptırılma riski ile karşı karşıya kalacaktır.

AİHM, bu noktada Türk hukukunda vicdani ve dini sebeplerle askeri üniforma giymeyi reddeden kişiler için uygulanacak özel bir yaptırımı içeren hiçbir hükmün öngörülmediğini not etmektedir. Bu alandaki yaptırımların Askeri Ceza Kanunu’nun genel olarak üstlerinin emirlerine itaatsizlik eden kişilere hükmettiği müeyyideler olduğu
anlaşılmaktadır. Bu hukuki çerçevenin, inançları nedeniyle zorunlu askerlik görevine karşı çıkılması ile ilgili durumları düzenlemek bakımından yeterli olmadığı açıktır. Durumuna uygulanan genel mevzuatın uygunsuzluğu nedeniyle başvuran sonu gelmeyen kovuşturma ve mahkûmiyetlere konu olduğu gibi, bu durumun sürmesi tehlikesi altındadır.

AİHM, Thlimmenos kararında, başvuranın asker üniforması giymemesi nedeniyle daha önce hapis cezasına çarptırıldığı tespitinde bulunmasının ardından, başvuranın ikinci bir ceza olarak muhasebecilik mesleğinden ihraç edilmesinin orantısız olduğu kanısına varmış olduğunu hatırlatır. Halihazır davada ise, başvuran aleyhinde sürdürülmüş olan çok sayıda cezai kovuşturma, bunların sonucunda giydiği hükümlerin birikmiş sonuçları, kovuşturma ve mahkumiyetlerin birbirini sürekli olarak izlemesi ve kovuşturmaların ömür boyu devam etme ihtimali dikkate alındığında, bu yaptırımları askerlik hizmetinin yerine getirilmesi amacıyla orantısız bulmaktadır. Sözü edilen uygulamalar daha ziyade başvuranın düşünsel kişiliğini bastırmakta, başvuranda korku, sıkıntı, alçalma ve küçük düşmeyle birlikte hiçlik duygusu uyandırmakta, direncini ve isteğini kırmaktadır. Başvuranın gizlenerek yaşamaya hatta “medeni ölüm” olarak tabir edilebilecek bir yaşantıyı sürmeye zorlanması demokratik bir toplumdaki cezalandırma rejimine uygun değildir.

Sonuç olarak Mahkeme, olayları bir bütün olarak ele alarak ve başvuranın maruz kaldığı muamelelerin sürekliliğini ve ciddiyetini göz önüne alarak, bir ceza mahkumiyetinde veya tutuklulukta bulunan normal onur kırıcılık unsurunu aşan ciddi bir ıstırap ve acıya neden olduğunu değerlendirmektedir. AİHM, sözkonusu işlemlerin, toplu olarak AİHS’nin 3.maddesi anlamında onur kırıcı muamele oluşturduğunu belirtmektedir.

Yukarıda belirtilenler ışığında, AİHM, AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Kararın tamamına ulaşmak için tıklayınız…

Reklam
%d blogcu bunu beğendi: