Bir Mütekabiliyet Hikayesi: Yunanistan ve Türkiye’de Azınlık Vakıfları
Yunanistan ve Türkiye’nin, sırasıyla, Müslüman ve Gayrimüslim azınlıklarına dair en sık kullandıkları sözcük büyük olasılıkla ‘mütekabiliyet’tir. Yarım yüzyıldan fazla bir süredir, iki ülkede basa gelen hemen her yönetim, siyasi eğilimlerinden ve ideolojik tabanlarından bağımsız olarak, Müslim ve Gayrimüslim cemaatlerinin azınlık haklarını kısıtlayan yasa, politika ve uygulamalarını mesrulastırmak için kadim ‘mütekabiliyet savı’na sığınmıslardır. Her iki
devlet de on yıllar boyunca uyguladıkları politikalarını, 1923 Lozan Antlasması’nın 45.Maddesinin mütekabiliyete yasal zemin olusturduğunu iddia eden teoriye dayanarak mesrulastırmıstır. Teoriye göre bu hüküm, Yunanistan ve Türkiye’nin azınlıkların korunmasına yönelik Lozan’dan kaynaklanan yükümlülüklerini, karsı tarafın bu yükümlülüklere riayet etmesi
kosuluna bağlamasını öngörmektedir. Müslüman ve Gayrimüslim azınlıkların korunması için Yunanistan ve Türkiye’ye paralel yükümlülükler getiren apaçık bir hükmü kasıtlı olarak çarpıtan her iki devlet, on yıllar boyunca kendi vatandaslarını rehin tutmus, karsı tarafı dıs politikada mağlup etmek adına onları birbiriyle karsı karsıya getirmistir. Yunanistan ve Türkiye, mütekabiliyet ilkesinin insan hakları sözlesmelerine uygulanamayacağını ve devletlerin kendi vatandaslarının temel haklarını baska devletlerin politikalarına endeksleyemeyeceğini savunan uluslararası hukukçuların ve kurumların itirazlarını görmezden gelerek kendi ulusal kamuoylarını manipüle etmis, onları azınlıkların ikinci sınıf vatandas olarak muamele görmelerinin mesruiyetine büyük ölçüde inandırmıstır.
TESEV tarafından yayımlanan bu rapor, mütekabiliyet politikalarının Yunanistan ve Türkiye’deki Müslüman ve Gayrimüslim azınlıkların gündelik yasamları açısından doğurduğu sonuçları, özellikle bu azınlıklara ait olan cemaat vakıflarına etkileri açısından incelemektedir.Yunanistan ve Türkiye’deki Müslüman ve Gayrimüslim cemaat vakıflarının mülkiyet ve özyönetim meselelerine odaklanan rapor, konuyu tarihsel bağlamına oturtmakta ve Lozan’dan bugüne ‘cemaat vakıfları sorunu’nun evrimini ortaya koymaktadır. Rapor, her iki ülkede Subat 2008’de kabul edilen yeni vakıflar yasalarının içerik ve uygulamalarını da karsılastırmalı olarak mercek altına almaktadır.