Yeni Websitemiz / Our New Website

08/10/2013 Yorumlar kapalı

Yeni sitemiz kullanıma açılmıştır. Lütfen http://www.inancozgurlugugirisimi.org adresinde bizi ziyaret ederek Türkiye’de inanç özgürlüğüne ilişkin gelişmeleri takip edebilirsiniz.

Our new Turkish website has been launched. You can visit us at http://www.inancozgurlugugirisimi.org to follow freedom of religion or belief issues in Turkey. Our English website will be launched soon.

________________________________________________________________________________________________________________________________

NHC:İÖG Ocak-Haziran 2013 İnanç Özgürlüğü Hakkını İzleme Raporu Yayınlandı

26/09/2013 Yorumlar kapalı

26.09.2013

NHC:Freedom of Belief Initiative has published its Monitoring Report on the Right to Freedom of Religion or Belief in Turkey (January-June 2013). The Report will be available in English in October.

Norveç Helsinki Komitesi: İnanç Özgürlüğü Girişimi (NHC:İÖG) olarak Türkiye’de Ocak-Haziran 2013 tarihleri arasında düşünce, din veya inanç özgürlüğü hakkı ile ilgili olarak yaşanan gelişmeleri uluslararası insan hakları hukukunu temel alarak değerlendirdiğimiz raporumuzu kamuoyunun ilgisine sunuyoruz.  İzleme raporunun amacı inanç özgürlüğü hakkına ilişkin sistematik bir değerlendirme yaparak kalıpları ortaya çıkarmak ve inanç özgürlüğü hakkının etkin bir şekilde korunması için atılması gereken adımlar konusunda öneriler sunmaktır.

Raporda, inanç özgürlüğü hakkı, bu hakkın temel bileşenlerini oluşturan, inanma, inancını değiştirme, inancını ibadet, öğretim, uygulama ve törenlerle açıklama hakları başlıkları altında inceleniyor. Çocuğun inanç özgürlüğü ve özgürlüğü kısıtlanmış bireylerin inanç özgürlüğü savunmasız bireyler özelinde ele alınıyor. Raporumuzda inanç özgürlüğünün mülkiyet hakkı ve ifade özgürlüğü ile kesişim noktalarına da yer verdik. Dilek Kurban tarafından kaleme alınan önsöz, rapora ilişkin değerlendirmelerin yanı sıra din veya inanç temelli ayrımcılık konusuna ışık tutuyor.


Ocak-Haziran 2013 Türkiye’de İnanç Özgürlüğü Hakkını İzleme Raporu’na ulaşmak için tıklayınız.
________________________________________________________________________________________________________________________________

İÖG Taslak Rapor Danışma Toplantısı Gerçekleştirildi / Roundtable on the Draft Monitoring Report

09/09/2013 Yorumlar kapalı

09.09.2013, NHK:İÖG / In English below.

IMG_0285

Norveç Helsinki Komitesi: İnanç Özgürlüğü Girişimi projesinin ilk taslak rapor danışma toplantısı 4 Eylül Çarşamba günü çeşitli inanç grubu temsilcileri ve insan hakları savunucuları ve akademisyenlerin katılımıyla gerçekleşti. Uluslararası Af Örgütü’nün İstanbul ofisinde yapılan toplantıda Ocak-Haziran 2013 tarihleri arasında Türkiye’de inanç özgürlüğü hakkına dair gelişmeler değerlendirildi ve çözüm önerileri tartışıldı. Ocak-Haziran 2013 İnanç Özgürülüğü İzleme Raporu Eylül ayı içerisinde yayınlanacak.

 

The first Roundtable meeting on the NHC: Freedom of Belief Initiative took place on September 4, with the participation of representatives of various belief communities in Turkey, human rights defenders as well as experts. The Roundtable event  took place in the Istanbul Office of Amnesty International. Developments affecting religious freedom in Turkey from January to June 2013 as well as recommendations for solutions were discussed. The January-June 2013 Freedom of Religion or Belief Monitoring Report is planned to be published in September 2013.

_______________________________________________________________________________________________________________________________

______________________________________________________________________________________________________________________________

Müslümanlara mescit, Süryanilere ayin çadırı kuruldu / Mesjid Tents for Muslims, Mass Tents for Syriacs

05/09/2013 Yorumlar kapalı

28.08.2013, Haber 3

Summary in English below.

Suriye’de devam eden iç savaştan kaçanlar için Mardin’in Midyat ilçesinde kurulan 10 bin kişilik kampta yaşayan Süryani ve Müslüman Suriyeli vatandaşların ibadetlerini rahatça yapabilmeleri için her mahalleye kadın-erkek mescit ve ayin çadırı kuruldu. İlçe Müftülüğünce bay-bayan Kur’an okuma kurslarında ise kursa katılanlara Kur’an-ı Kerim öğretiliyor. Müslüman mahalleleri için de merkezi ezan sistemi kuruldu.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

In a refugee camp in South-Easters Turkey ( Mardin-Midyat), in order to facilitate the worship of Muslims and Syriacs who have escaped the civil war in Syria, the Turkish authorities have built mesjid tents and chapel tents. The camp is housing 10,000 individuals who have escaped from Syria. The city Mufti’s office is providing Qur’an lessons and a system for centralized call to prayer has been established in the camp.

_______________________________________________________________________________________________________________________________

 

Nusaybin Manastırına Kavuştu / Monastery Opens in Nusaybin

27/08/2013 Yorumlar kapalı

27.08.2013, Süryaniler

Summary in English below.

Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Badibe köyünde ‘Deyr Ghazelke’ diye bilinen Öğretmen Mor Yakup Manastırı, restorasyon çalışmaları tamamlanmasının ardından ibadete açıldı.

Nusaybin’in kuzeyinde Bagok Dağı olarak bilinen Tur İzlo Dağı’nda 1172 yılında inşa edilen manastır, Turabdin bölgesinde yaşanan göçlerden sonra terk edildi. 2006 yılında Süryani cemaati öncülüğünde restorasyonuna başlanan manastır, 2013 yılında bitirilerek, tekrar ibadete açıldı.

Haberin tamamına ulaşmak için tıklayınız.

Summary

Syriac monastery known as “Deyr Ghazelke” in the village Badibe of Mardin is opened for worship following the completion of the restoration. The monastery was first built in 1172 and was deserted after the migration from Turabdin region. In 2006 the restoration began with the initiative of the Syriac community and it was finished in 2013 and opened for worship.

______________________________________________________________________________________________________________________________

 

 

Açılış Formülü:’1971′ / Opening Formula for Halki -pre 1971 status

26/08/2013 Yorumlar kapalı

26.08.2013, Radikal /

Summary in English below

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ın bu hafta kurmaylarıyla oturup son şeklini vereceğini duyurduğu demokratikleşme paketinin en önemli unsurlarından biri, Heybeliada (Halki) Ruhban Okulu’nun (HRO) açılması olacak. ‘Yüksek okul’ olarak kabul edilen ve Özel Öğretim Kurumları Kanunu’ndaki “özel üniversite açılamaz” hükmü nedeniyle 12 Ocak 1971 günü verilen Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan okul, söz konusu kararın öncesindeki statüsü ile eğitim öğretime davet edecek.

AK Parti ’nin 27 Eylül 2012 günü kamuoyuna deklare ettiği 62 maddelik ‘demokratikleşme manifestosu’ kapsamında üzerinde çalışmalar yapılan paket, bu hafta Başbakan Erdoğan’ın da katılacağı toplantıların ardından son şeklini alacak.
“İnanç özgürlüğü” başlığı altında Türkiye ’nin en önemli insan hakları sorunları arasında yer alan HRO sorunu da yeni paketle tarihe karışacak. Fener Rum Patrikhanesi’nin 1844 yılında açtığı HRO Teoloji Okulu, Anayasa Mahkemesi’nin 12 Ocak 1971 tarihli kararına istinaden İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 12 Haziran 1971 tarihli yazısı ile 9 Temmuz 1971 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere kapanmıştı. Açık kaldığı sürede toplam 930 mezun veren HRO’nun 12 mezunu İstanbul Rum Patrikliği yapmıştı. Kapanma gerekçesi HRO’nun “özel yüksekokul” statüsünde olması ve Türkiye mevzuatında özel üniversite açılamamasıydı. Patrikhanenin “Okul lise statüsündedir, mezunlar rahip olacak, herhangi bir üniversiteye devam etmeyecekler” itirazlarına rağmen, diplomatik nedenlerle HRO bugüne dek açılmamıştı. Okulun açılmasının önündeki en büyük engellerden biri Batı Trakya Türklerine müftü seçme hakkı bile vermeyen Yunanistan’la “Karşılıklılık ilkesi”ydi. ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin bütün raporlarında dikkat çekilen sorun, Türkiye’nin yöneticilerinin ABD ve AB yöneticileriyle yaptığı görüşmelerde de dosyanın ilk sırasında oluyordu. Patrikhane dünya genelinde ‘evrensel’ kabul edildiğinden, sorun da ‘küresel’ bir sorun olarak görülüyordu. Son olarak Başbakan Erdoğan’ın 16 Mayıs’ta Washington’a yaptığı ziyarette Obama konuyu güçlü bir şekilde gündeme getirmişti.
Okulun, Anayasa Mahkemesi kararı öncesindeki statüsüyle açılabileceği konusunda genel bir görüş birliği vardı. Ancak, bu çözümün hayata geçirilebilmesi için siyasi iradenin “evet” demesi gerekiyordu. Yeni demokratikleşme paketi kapsamında konu ele alındı, hükümet HRO’nun açılması yönünde siyasi iradesini ortaya koyma kararı aldı. Son dakikada bir değişiklik olmazsa, Özel Öğretim Kurumları Yasası’nda değişiklik yapılacak.

TMK kalkarsa mahkemeleri de kapanır

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, önceki gün Hatay’da bir soru üzerine çözüm sürecinin başarıya ulaşması, ülkenin normalleşmesi halinde Terörle Mücadele Kanunu’na (TMK) ihtiyaç kalmayacağını söylemişti. Ergin’e dün yeni demokratikleşme paketini ve TMK ile ilgili açıklamalarını sordum. “Henüz son şekli verilmedi” gerekçesiyle paketin içeriğine girmedi ancak TMK ile ilgili sözlerini biraz detaylandırdı. Terörün baskısı kırıldığı takdirde, çözüm süreci başarılı olduğu takdirde TMK’ya gerek de kalmayacağını vurgulayan Ergin, “Zaten 2005’te TCK’yı hazırlarken TMK’nın kaldırılması öngörülecek şekilde düzenlemeler yapılmıştı. Ancak terör riskinin, kayıpların, zaiyatın, olması bunu mümkün kılmadı. Şimdi arzuladığımız iklim oluşursa ve çözüm süreci başarılı olursa TMK’ya da TMK 10. maddeye göre düzenlenen mahkemelere de ihtiyaç kalmaz” dedi. Demokratikleşme paketi ile ilgili dün başka yetkililerle de görüştüm. Yaklaşık 30 maddelik bir paket. Sadece yasa değişiklikleri yok. Bazı konular yönetmelik değişiklikleriyle halledilecek.

Yeni pakette olması kesinleşen bir konu da kamuda başörtüsü. Kılık Kıyafet Yönetmeliği değiştirilerek kamudaki başörtüsü sorunu aşılacak. Başörtülü milletvekili için herhangi bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmadı.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

Prime Minister Erdoğan is to finalise the new Democratization Package this week. The Package includes a possible legislative change for the opening of the Halki Theological School. After much discussion on how it can be re-opened it appears like it will be allowed to operated with its status pre-1971. It was closed in 1971 based on a Constitutional Court decision which held that private religious education was not constitutional. It is expected that the Law on Private Education which stipulates that private religious education institutions cannot be opened will be amended.

_______________________________________________________________________________________________________________________________

 

Is it possible to manifest religion or belief in teaching and education?

22/08/2013 Yorumlar kapalı

20.08.2013, Forum 18 Mine Yıldırım

Recent developments in Turkey raise questions around how far the right to manifest freedom of religion or belief in education and teaching can be exercised in Turkey, Forum 18 News Service notes. The first Turkish school year with optional religion lessons came to an end in June, and the government is once-again apparently considering allowing the re-opening of the long-closed Greek Orthodox theological seminary on the island of Heybeliada (Halki).

Turkey has undertaken solemn obligations under the International Covenant on Civil and Political Rights (ICCPR) and the European Convention for the Protection of Human Rights and Fundamental Freedoms (ECHR). These include legally binding commitments to respect the religious or philosophical beliefs of parents and legal guardians in the education of children, and the right of religious communities to run their own theological training establishments; both manifestations are integral parts of the right to freedom of religion or belief.

Possible start to meeting international obligations?

If the state permits the re-opening of Halki Theological School, it would be the solitary exception to the current universal state monopoly. This might enable Turkey to begin to meet its international obligations in relation to allowing everyone to manifest freedom of religion or belief in teaching. But it would only be a beginning if the state abandons for everyone its monopoly on religious education of all kinds.

The Minister of Justice made a statement on 1 August that a democratisation package the government is considering includes the possibility of re-opening Halki. But it is not clear when this democratisation package will be adopted or what exactly will be in the package. Halki Seminary was closed in 1971, and long-standing government promises to consider allowing its re-opening have never led to re-opening (see eg. F18News 27 October 2009 http://www.forum18.org/archive.php?article_id=1368). The closure has had a major impact on the Greek Orthodox community, as it now has no educational institution to train clergy within Turkey.

The similar 1969 closure of the Armenian Apostolic Church’s theological college in Üsküdar has been far less publicised, but its continued closure also raises the issue of the right of communities to run their own theological training establishments.

Religious education in schools

An important related issue is the state’s monopoly over all religious education in all public and private schools. This means that only the state can provide religious education in middle and high schools. From the 2012-2013 school year onwards the government has implemented the provisions of its controversial 2012 Education Reform Law. Among many other changes which have caused controversy in Turkey, the Law introduced optional lessons in Islam, including the Koran, the Life of the Prophet Mohammed, and Basic Religious Knowledge (Islam). These lessons and their implementation raise a number of issues concerning human rights, in particular the right to freedom of religion or belief (see F18News 9 July 2013 http://www.forum18.org/archive.php?article_id=1855).

Positive obligation?

Firstly, the fact that the state has assumed that it has a positive obligation to introduce religion lessons in Islam, because the state has a monopoly over religious education, is problematic. In international law, positive obligations imply that the state should remove obstacles to the exercise of human rights – not that the state should create or reinforce such obstacles.

International law’s understanding of the state’s positive obligations would require Turkey to make legal changes to ensure respect for the freedom of religion or belief rights of parents, guardians, and children, as well as the right to run theological training establishments.

Optional?

Secondly, there are indications that the supposedly optional religion lessons have not been optional in reality in some cases. The experience of the compulsory RCKE classes indicates that even those entitled to exemptions from RCKE classes have found this very difficult to exercise (see F18News 23 August 2011 http://www.forum18.org/archive.php?article_id=1603). So it is not surprising that the greatest challenge related to the new optional Islam classes is ensuring that they really are optional.

Normally in Turkey, school students are given a form with a list of all optional lessons to chose from at the beginning of the school year. To gain enough credits to move up to the next school year, pupils must take some optional lessons. This means that a limited choice of optional lessons places great pressure on pupils to choose lessons they may not want to take. Some schools appear to have in effect denied parents and pupils the right to choose whether or not to choose the “optional” Islam lessons.

In some schools there are not enough teachers for all the optional lessons, such as art classes. This means that these schools only offer the lessons they have teachers for. As RCKE teachers can teach the optional Islamic lessons, this significantly increases the chances that the optional Islam classes will be offered instead of other optional classes.

For example, Dogan Bermek, the Chair of the Federation of Alevi Vakifs (Alevi Vakiflari Federasyonu), and Ali Kenanoglu, the Chair of the Hubyar Sultan Alevi Kültür Dernegi [Association] (HSAKD), both told Forum 18 on August 20 that many Alevi families have felt pressured by school administrations to chose the “optional” Islamic religion lessons – even though the families did not want to choose them. School administrations told the families that as there was a lack of teachers only the optional Islamic religion lessons – and no other optional lessons – could be offered.

Pupils from other smaller religious groups also face problems. For example, a Christian student in Diyarbakir had to take an optional Islamic religion course to gain the number of credits needed to move up a school year. She was already exempt from RCKE classes as she is a Christian. But the school did not allow her to take other optional lessons offered in other schools nearby. Her father, Ahmet Güvener, told Forum on 18 July that after he complained to the Ministry of Education, the teachers in his daughter’s school were instructed to provide some optional lessons just for his daughter, so that she can complete her credits.

For the 2013-2014 school year the Ministry of Education has sent a circular to schools instructing them to “not to make any choices in relation to which optional lessons will be offered in schools, and refrain from not offering any of the optional lessons.” It remains to be seen what impact this will have.

Kenanoglu of the HSAKD further commented that families fear that their children would face discrimination and harassment from teachers and other pupils if they do not choose the “optional” Islam lessons. Such discrimination is a common experience for pupils from smaller religious communities in Turkey (see F18News 23 August 2011 http://www.forum18.org/archive.php?article_id=1603).

The Alevi community has, backed by an ECtHr judgment, long been demanding that the compulsory RCKE lessons be changed (see F18News 23 August 2011 http://www.forum18.org/archive.php?article_id=1603). “Now we have also have to deal with these new mandatory optional religion lessons”, Kenanoglu commented. In meetings the HSAKD has asked the Ministry of Education for optional lessons on the Alevi faith to be taught by Alevi teachers. But the Ministry rejected this, claiming that as the Alevi faith is Islam and this is already covered in the compulsory RCKE lessons. The Ministry also claimed that the RCKE lessons address the Alevi tradition. Alevis dispute both these contentions.

To read the whole article click here.

_______________________________________________________________________________________________________________________________

Kamu Denetçiliği Kurumu’ndan başörtüsü kararı / Headscarf Decision from Turkish Ombudsman’s Office

21/08/2013 Yorumlar kapalı

21.08.2013, Radikal

Summary in English below.

Kamu Denetçiliği Kurumu, başörtüsüyle görev yaptığı için ikaz alan devlet memurunun şikayetini kabul ederek, memurun başörtüsüyle görev yapmasının sağlanması yönünde tavsiye kararı aldı.

Kurum, başörtüsü yasağının, insan haklarına, eşitlik ilkesine, din ve vicdan hürriyetine, çalışma ve sözleşme hürriyetine, adalet anlayışına, hukuka ve hakkaniyete, iyi yönetim ilkelerine ve aynı zamanda Anayasa’ya ve uluslararası sözleşmelere aykırılık teşkil ettiğini belirterek, başörtüsü yasağının kaldırılması ve insanların serbestçe kamu kurum ve kuruluşlarında çalışmalarının olanaklı kılınması için Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik’teki “görev mahallinde baş daima açık” ibaresinin metinden çıkarılması konusunda Başbakanlığa tavsiyede bulunulmasına karar verdi.

Şikayet sahibi başörtülü kadın memur, mesai saatlerinde kılık kıyafet yönetmeliğine uygun hareket etmediği gerekçesiyle çalıştığı kurum tarafından yazıyla ikaz edildi. Bunun üzerine kadın çalışan, görevini başörtülü yapmasının anayasal hakkı olduğunu gerekçesiyle, “idarenin aldığı tasarrufun yanlışlığının tespiti, idarenin bu konuda bilgilendirilmesi, hukuksuz kararından vazgeçmesinin sağlanması” istemiyle Kamu Denetçiliği Kurumuna başvurdu.

Kararda, şikayete konu ikaz yazısının dayanağının, Bakanlar Kurulunca kararlaştırılıp 25 Ekim 1982 tarihli Resmi Gazete ‘de yayımlanarak yürürlüğe giren Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik’in 5. maddesi olduğu belirtildi. Yönetmeliğin bu hükmünde, kadın memurların kılık kıyafetlerinin nasıl olması gerektiğinin ayrıntılı şekilde belirlendiği ve kadın memurların görev mahallinde başının daima açık olacağının hüküm altına alındığı kaydedildi.

Devlet Memurları Kanunu’nda, devlet memurlarının, kanun, tüzük ve yönetmeliklerin öngördüğü kılık ve kıyafet kurallarına uymak mecburiyetinde olduklarının belirtildiği ifade edilen kararda, devlet memurları için disiplin cezasına konu olacak hallerin de bu kanunda sıralandığı hatırlatıldı.

Din ve inanç hürriyetini kısıtlama anlamına gelebilecek bir hüküm yok”

Anayasa ile Devlet Memurları Kanunu’nda din ve inanç hürriyetini kısıtlama anlamına gelebilecek herhangi bir hükme yer verilmediği belirtilen tavsiye kararında, şunlar kaydedildi:

“Kamu hizmetlerinde çalışanlara din ve inanç hürriyeti konusunda getirilecek bir sınırlamanın bu madde hükümlerine ve temel kanunun ruhuna aykırı olmaması gerekir. Çalışan bir kadının başını örtmesi, kendi gibi düşünmeyen insanların haklarına herhangi bir tecavüz olarak düşünülemeyeceği gibi bu durum kamu ve çalışma düzenini bozucu hareket olarak da algılanmamalıdır. Zira kişinin başının açık yada kapalı olmasının çalışma verimliliği üzerinde herhangi bir olumsuz etkisi olduğu düşünülemez. Aksine mevcut yasak, nüfusun çalışma niyetinde olan eğitimli, dinamik, üretken ve nitelikli bir kısmının üretim potansiyeli dışında tutularak katma değer üretmesini engellenmek suretiyle toplumun gelişmiş toplumlar seviyesine ulaşmasında değerlendirilememiş ve atıl bırakılmış olmaktadır ki bu durum ülkeye yapılan en büyük kötülüktür. Kaldı ki ülkemizde başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma amacını meşru gösterebilecek, din ve inanç hürriyetini kısıtlamayı haklı çıkarabilecek hiçbir veri ve olaya rastlanmamıştır. Bu nedenle yapılacak kısıtlamalar, varsayımlara dayanan muhtemel bir tehlike için temel bir hak olan din ve inanç özgürlüğünün tamamen kullanılmaz hale gelmesine izin vermek demek olacaktır. Halbuki demokratik ve çoğulcu bir toplumda temel hak ve özgürlükler korkulara dayalı varsayımlarla kısıtlanamamalıdır.”

Uluslararası sözleşme hükümleri
Kararda, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü, çalışma hakkı ve eşitliğe ilişkin  Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşme ve bildirilerde yer alan hüküm ve ifadelere yer verildi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Leyla Şahin/Türkiye kararına da atıf yapılan kararda, AİHM’in bu kararla başörtüsü yasağının devletin, bireyin dinini açıklama özgürlüğü üzerinde uyguladığı bir kısıtlama olduğunu kabul ettiği, din ve inanç özgürlüğünün ne kadar önemli, vazgeçilemeyecek bir özgürlük olduğuna doğrudan vurgu yaptığı belirtildi.

İngiltere’deki havayolu şirketinin kıyafetlerde dini sembollerin kullanılmasıyla ilgili davada AİHM 4. Dairesinin Eweida ve Diğerleri/Birleşik Krallık davasına ilişkin hükmüne de yer verilen kararda, İsviçre’de Yüksek Temyiz Mahkemesinin, Bürglen kasabasındaki bir liseye başörtülü alınmayan bir öğrencinin ailesinin açtığı davada, lise ve dengi okullarda uygulanan başörtüsü yasağının hiçbir nedene dayanmadığına ve uygulanamayacağına hükmettiği kaydedildi.

Türkiye’de kadınların başörtülü olarak kamu kurumlarında çalışmalarını kısıtlayan tek düzenlemenin, Kılık Kıyafet Yönetmeliğinin 5. maddesindeki hüküm olduğu vurgulanan kararda, “Kadınların başörtüyle öğretim kurumlarına girmelerini ve kamu kurumlarında çalışmalarını yasaklayan yasal bir mevzuat olduğu yönünde bir kısım kamuoyunda var olan yaygın ön kabulde, Anayasa Mahkemesinin verdiği kararların etkisi olduğu düşünülmektedir” ifadesi kullanıldı.

Kararda, Danıştay 8. Dairesinin avukatların başörtüsüyle duruşmalara girmesine olanak tanıyan , Danıştay 12. Dairesinin de başörtülü öğretmene verilen cezanın iptaline ilişkin kararlarına da yer verildi.

… 

İnsanlar arasında inanç ve düşünce farkı olmasının normal karşılanması gerektiği, toplumu oluşturan herkesin aynı görüş, düşünce, inanç, din, dil ve kültürde olmasının beklenemeyeceği vurgulanan kararda, şu görüşlere yer verildi:

“Türkiye’de farklı düşünen kadınların da farklı kıyafet biçimini tercih eden kadınların da aynı aile içinde bile var olduğu gerçeği, söz konusu yasağın toplum nazarında yerinin olmadığını, sosyal hayatın tüm alanlarında bireylerin bir arada sorunsuz yaşayabildiğini göstermektedir. Öte yandan söz konusu yönetmelik hükümleri memurun dış görünüşüyle ilgili ayrıntı sayılabilecek, günümüz sosyal hayatında ve demokratik, insan haklarına saygılı ve birey özgürlüğünün ön planda olduğu bir ülke olan Türkiye’de yeri olmayan hükümler içermektedir. Yönetmelik hükümleri hem kadın memurlar hem de erkek memurlar için ayrıntılı hükümler içermesine rağmen bu hükümlerin tamamına yakın bir kısmının uygulanmadığı görülmektedir. Buna rağmen yönetmeliğin sadece başörtüsüyle çalışılmasını yasaklayan hükmünün uygulanıyor olması, başlı başına bir ayrımcılık göstergesi olup, hakkaniyetle bağdaşmamaktadır. Kaldı ki söz konusu yönetmelik, 1980 darbesi akabinde ve darbe hükümeti tarafından çıkartılmış olup, darbe döneminin izlerini taşımaktadır. Totaliter ve tek tip insan yetiştirme zihniyetinin bir tezahürüdür.”

“Meşru hiçbir dayanağı yok”
Başörtülü çalışmanın engellenmesinin, kişinin din ve vicdan hürriyeti, çalışma ve sözleşme hürriyeti ve eğitim ve öğrenim hakkının sınırlandırılması şeklinde değerlendirilmesi gerektiği vurgulanan kararda, şunlar kaydedildi:

“Şikayet konusu işlemin dayanağı yönetmeliğin ilgili hükmünün, hiyerarşik üst hukuk normlarından Anayasa’ya ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırı bir hüküm oluşturduğu, demokrasisini geliştirmeye çalışan ve Avrupa Birliği üye ülkeleri vatandaşlarının sahip olduğu temel hak ve özgürlük standartlarını kendi vatandaşına uygulamayı arzulayan devletimizin hedefleriyle uyuşmadığı, ileri demokrasi standartları ile insan haklarına dayalı adalet anlayışıyla bağdaşmadığı, din ve vicdan hürriyeti, çalışma ve sözleşme hürriyeti ve eğitim ve öğrenim hakkını açıkça kısıtladığı, iyi yönetim ilkelerini ihlal ettiği, meşru hiçbir dayanağı bulunmadığı ve dolaylı olarak toplumda cinsiyet ayrımcılığına sebep olduğu değerlendirilmektedir.”

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

The Turkish Ombudsman’s Office gave an advisory opinion on the complaint filed by a female public servant who wore the headscarf at work. The complaint was based on the warning she had received from her superiors for not conforming to the Dress Code Regulation during work hours. The Ombudsman’s opinion finds the headscarf ban incompatible with human rights, the principle of equality, freedom of religion or belief, law and justice, principles of good governance, as well as the Turkish Constitution and international treaties. In addition, it recommends the removal of the phrase “always bare headed in the work place” from the Regulation on the Dress Code for Public Servants in order to enable individuals to wear the headscarf freely at public work places. 

_______________________________________________________________________________________________________________________________

Utandıran Yasak Bitiyor mu? / Court decides Syriacs can benefit from Lausanne

19/08/2013 Yorumlar kapalı

11.08.2013, Taraf

Summary in English below.

Azınlık statüsündeki Süryanilerin tüm azınlık haklarından yararlanabileceğinin belirtildiği mahkeme kararında, Süryanilerin de diğer azınlıklar gibi okul açabileceği hükmü verildi

Süryanilerin “anadilde eğitim” talepleri Ankara 13. İdare Mahkemesi kararıyla kabul edildi. Mahkeme kararında Süryanilerin azıklık haklarından faydalanabileceğine hükmetti. İstanbul Süryani Kadim Kilisesi Vakfı Başkan Yardımcısı Kenan Gürdal karar üzerine “Süryanice eğitimi veren okullar açmayı planlıyoruz” dedi.

İstanbul Süryani Kadim Vakfı, geçen yıl Süryanice eğitim verecek bir anaokulu için Milli Eğitim Bakanlığı’na başvuruda bulundu. Bakanlık ise Süryanilerin azınlık statüsünde olmadıklarını ve anadil eğitimi verecekleri bir eğitim kurumu açamayacaklarına karar verdi. Bunun üzerine vakıf, konuyu mahkemeye taşıdı.

Ankara 13. İdare Mahkemesi’nde görülen davanın ilk duruşmasında devrim niteliğinde bir karara imza atıldı. Kararda Lozan Antlaşması’nın azınlık haklarını düzenleyen 37 ve 44’üncü maddesinde azınlıkların kimler olduğunun belirtilmediği bunun yerine “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları” ifadesinin kullanıldığı vurgulanarak Süryanilerin de bu tanıma uyduğu için azınlık sayılabileceği ifade edildi.

Azınlık statüsündeki Süryanilerin tüm azınlık haklarından yararlanabileceğinin belirtildiği mahkeme kararında, Süryanilerin de diğer azınlıklar gibi okul açabileceği hükmü verildi.

Üniversite de açacağız

Konuyla ilgili Taraf gazetesinden Sümeyra Tansel’e konuşan İstanbul Süryani Kadim Kilisesi Vakfı Başkan Yardımcısı Kenan Gürdal, kararı mutlulukla karşıladıklarını belirterek şunları söyledi:

“Bu yıl Süryanice eğitim vermeye başlayacak bir anaokulu açacağız. Sonraki süreçte de ilkokul, ortaokul ve lise açmak istiyoruz. Önümüzdeki süreçte bir üniversite de açabiliriz. Türkiye’de 25 bin kişi kaldık, daha fazla göç olmaması için çocuklarımızı kendi vatanımızda tutmak için bu imkânları oluşturacağız. Süryanice dünyanın en eski dilidir. İsa’nın da konuştuğu dil buydu. Ama dilimiz yok olmaya yüz tuttu. Süryani çocuklar dillerini bilsinler istiyoruz.”

Okulların açılacağı 9 Eylül tarihine yetiştirilmesi planlanan anaokulu için Samatya’daki Süryani Kadim Kilisesi’ne ait dört katlı bina kullanılacak. 150 çocuğun eğitim göreceği anaokulunda 10 kadar sınıf açılması planlanıyor.

Süryanice eğitim verecek öğretmenler ise Mardin Artuklu Üniveristesi Süryani Kürsüsü’nde ya da yurtdışında Süryani Dili Edebiyatı eğitimi görmüş kişiler arasından seçilecek.

Ders kitaplarında ayrımcılığa son verildi

Süryanilerle ilgili lise 10. sınıf tarih kitaplarında yer alan “olumsuz” ifadeler yeni eğitim öğretim yılındaki ders kitaplarından çıkarıldı.

Lise 10. sınıf tarih kitaplarında Süryanilerin 1. Dünya Savaşı’nda Ruslar ve İngilizlerle Osmanlı devletine karşı isyan ettikleri anlatılıyordu. Söz konusu ifadeler, Süryani toplumunu rahatsız etti.

Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı, bu ifadelerin ders kitaplarından çıkarılması için bakanlığa iki yıldır başvuruda bulunuyordu. Vakfın başkanı Sait Susin, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’yı ziyaretinde ders kitaplarıyla ilgili rahatsızlıklarını dile getirdi.

Bakan Avcı’nın konuyla ilgileneceğini söylemesinin ardından söz konusu ifadelere ilişkin çalışma başlatıldı. Süryani vatandaşlarla ilgili olumsuz bölümler yeni eğitim öğretim yılında ders kitaplarından çıkarıldı.

Süryaniler de bakanlığa yazdıkları teşekkür yazısıyla memnuniyetlerini dile getirdi.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

Ankara 13th Administrative Court decided that the Syriacs in Turkey can benefit from minority rights. The Syriac Foundation had applied to the Ministry of Education to open a preschool that would provide education in the Syriac language. The Ministry however rejected the application holding that since the Syriacs do not have minority status they could not benefit from minority rights. The Foundation pursued legal remedies and the Ankara 13th Administrative Court held that  Articles 37-44 of the Lausanne Treaty do not specify who the minorities are and only use the term “Turkish citizens who are members of non-Muslim minorities”. According to the Court the Syriacs fit this description. Deputy Chair of the Chaldean Syriac Church Foundation Kenan Gürdal made a statement saying that they welcome the decision and will open a preschool that will start in September 2013.

_______________________________________________________________________________________________________________________________

Yeni Anayasa Zorunlu Din Eğitimine Takıldı / Constitutional Reconciliation Commission cannot agree on compulsory religious education

16/08/2013 Yorumlar kapalı

16.08.2013, Akşam

Summary in English below.

Uzlaşma Komisyonu bu kez masaya ‘zorunlu din dersi’ eğitimini yatırdı. Partiler görüş ayrılığı yaşayınca maddenin üzeri kırmızıyla çizildi.

TBMM Uzlaşma Komisyonu, yeni Anayasa’da ‘din, vicdan ve inanç hürriyeti’ başlıklı maddeyi müzakere etti. CHP, laikliği güvenceye almak için devlet düzeninin dini kurallara dayandırılamayacağı esasını kayda geçirmek istedi. Ancak AK Parti karşı çıktı. Dört parti sadece devletin anne ve babanın çocuklarına kendi dini inanç ve felsefi inancına göre eğitim yapması hakkına saygıda birleşti. Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu olup olmaması konusunda ise CHP ve BDP ile MHP ve AK Parti ayrıştı.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

The Turkish Constitutional Reconciliation Commission has considered the clause concerning the compulsory Religious Culture and Morals Knowledge (RCMK) lessons of the right protecting freedom of religion or belief. The four political parties agreed on the parents’ right to educate their children in accordance with their religious and philosophical beliefs. On the clause concerning the compulsory RCMK lessons, however, consensus could not be reached.. While the Republican People’s Party (CHP) and the Peace and Democracy Party (BDP) were against including a compulsory religious course in the Constitution, the AK Party and the National Movement Party (MHP) wanted to keep the mandatory lessons in the new Constitution. Hence, consensus on the right to freedom of religion or belief has not been reached, yet.

_______________________________________________________________________________________________________________________________

28 Şubat’ta Atılan Memurlara Geri Dönüş / Public Servants Dismissed Following 28 February Process Return

13/08/2013 Yorumlar kapalı

13.08.2013, Bianet

Summary in English below.

28 Şubat sürecinde memuriyetten çıkarılanlar yeniden göreve dönebilecek. Başkent Kadın Platformu Derneği Başkanı Semiz, bu sefer kadınların başını açmadan memurluğa geri dönmelerini umduklarını söyledi.

28 Şubat 1997’de disiplin cezası nedeniyle memuriyetten çıkarılanların yeniden göreve dönmeleri için yapacakları başvurular bugün başladı.

Başkent Kadın Platformu Derneği Başkanı Nesrin Semiz, daha önce çıkan afla başörtülü kadınların memuriyete başlarını açmak zorunda kalarak geri döndüklerini hatırlatarak bu sefer başörtüsü yasağının tamamen ortadan kaldırılacağını ümit ettiklerini belirtti.

Semiz, 28 Şubat döneminde kendi derneklerinden 100 başörtülü kadın memurun işine son verildiğini ancak toplam sayı hakkında bir veri olmadığını belirtti.

“MEB’e yaptığımız bilgi edinme başvurusu kapsamında da ne kadar başörtülü kadının işine son verildiğini öğrenemedik. Çünkü, ‘kurumun huzurunu bozmak’ gibi disiplin suçları gerekçe gösterilerek işlerine son veriliyordu. Bildiğiniz gibi kanunen kimse başörtüsünden dolayı atılmamıştı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, yeni başlattığı araştırma ile o dönem işten atılan kadınlarla tek tek görüşerek kesin bir sayıya ulaşacak. ”

…MEB İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü’nden yapılan duyuruya göre, başvurularda, memuriyete giriş şartlarını kaybetmemesi, durumlarına uygun boş kadro veya pozisyon bulunması, bu kadro ve pozisyonlara ait nitelikleri taşımaları ve üç ay içinde başvurmaları şartları aranıyor.

Duyuruda şöyle dendi:

657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi aday memur statüsünde görev yapmakta iken 1/1/1990 ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih arasında 657 sayılı Kanunun 125 inci maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (g) alt bendinde yer alan fiili işlediği gerekçesiyle anılan Kanunun 56 ve 57 nci maddeleri uyarınca disiplin cezası veya olumsuz sicil almış olmaları nedeniyle memurlukla ilişiği kesilip asli memurluğa atanamayanlar, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde eski kurumlarına müracaat etmeleri hâlinde, 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde belirtilen genel şartları taşımaları koşuluyla kurumlarında daha önce işgal ettikleri aynı veya benzer unvanlı kadrolara iki ay içinde atanırlar.”

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

Civil servants who have been dismissed from work following the 28 February process in Turkey are called to apply within three months to be appointed to same or similar positions. In this process mostly female public servants who wore the headscarf had been dismissed on grounds of “disturbing peace in the work place” (Article 56 and 57 of Law No. 657 on Public Servants).

______________________________________________________________________________________________________________________________

 

Heybeliada Ruhban Okulu’nun Açılmasının Anlamı / The Meaning of Opening Halki Theological Seminary

12/08/2013 Yorumlar kapalı

12.08.2013, Radikal / Orhan Kemal Cengiz

Summary in English below.

Heybeliada Ruhban Okulu (HRO) 1971 yılından beri kapalı. Tam 42 yıldır neredeyse her gün bu okulun açılmasına dair haberin geleceğini bekliyor Ortodokslar. Ama o haber bir türlü gelmek bilmiyor.

… Türkiye’nin tarafı olduğu Lozan Antlaşması’nın 40 ve 42. maddeleri çok açık bir şekilde Türkiye’ye gayrimüslimlere din ve ibadet işlerinde her türlü kolaylığı sağlamak yükümlülüğü getiriyor.

Kapandığı günden bu yana Ortodokslar okulun yeniden açılmasını bekliyor. AKP’nin iktidara gelmesinin ardından, 2003 yılında o zamanki Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in Ruhban Okulu’nun açılması gerektiğini söylemesinden beri Ortodoksların bekleyişine giderek beslenen bir umut da eşlik ediyor.

Erdoğan’ın 29 Mart’ta gazetelere yansıyan bir demecinden neden okulun bir türlü açılamadığını anlıyoruz. Erdoğan, Ruhban Okulu’nun açılması için Atina’da iki tane cami açılmasını istediklerini söylüyor. HRO Başrahibi Elpidophoros Lambriniadis, “İstanbul’da ikamet eden Yunan vatandaşı olsaydık bu talep daha anlamlı olabilirdi. Ancak biz, Türk vatandaşıyız” diyerek Başbakan’ın talebinin geçersizliğinin altını çiziyor.

AKP çevrelerinden yapılan son açıklamalarda yeni demokrasi paketi içinde HRO’nun açılmasının da bulunduğu söyleniyor. Okulun yeniden açılması için, statüsünün ne olacağı, Milli Eğitim’e mi yoksa YÖK’e mi tabi olacağı gibi pek çok teknik sorunun yanıtlanması gerekiyor.

Gerçekten istenirse, bu teknik meselelere ilişkin olarak çok kısa zamanda yanıtlar bulunabilir. Burada ana mesele, Cem Murat Sofuoğlu’nun 9 Ağustos tarihli Taraf gazetesinde de belirttiği gibi, okulun, öğrencileri, bir avuç kalmış Rum vatandaşlarımız arasından mı yoksa Ekümenik Patrikhane’nin yetki alanına giren tüm Ortodoks dünyasından mı kabul edeceğidir. Hükümet, patrikliğin evrensel yapısını tanıyarak HRO’yu bu ihtiyaçları karşılayacak bir şekilde açarsa din özgürlüğü ve gayrimüslimlerin haklarının iadesi yönünde muazzam bir adım atmış olacaktır. Bu, Türkiye’nin demokratikleşmesi için de küçük ama muazzam önemde bir adımdır. Umut ediyorum ki son anda akamete uğramadan HRO’nun açılması yönünde net bir irade ortaya çıkabilsin ve bunun gerektirdiği adımlar süratle atılabilsin.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

The possibility of opening Halki Theological Seminary through the adoption of a new democratization package increased expectations once more. It appears that one obstacle before the opening of the Seminary is the expectation- on the part of the Turkish Government- that Greece would allow the building of a mosque in Athens as a reciprocal move. If the Government succeeds to open the Seminary with the possibility of accepting international students this will be a great step toward the protection freedom of religion in Turkey.

______________________________________________________________________________________________________________________________

 

Devlet Süryaniler’e Patrikhanesini Geri Vermiyor / Syriacs Don’t Get Their Patriarchate Back

30/07/2013 Yorumlar kapalı

28.07.2013, demokrathaber.net

Summary in English below.

Mardin Süryani Katolik Kilisesi’nin, “kamulaştırılarak müze olarak kullanılan bölümü” için verdiği hukuk savaşı sonuçsuz kaldı.

Süryaniler, “din adamlarının inzivaya çekildiği, kilise korosunun bulunduğu” bölümün kendilerine verilmesi için açtığı davalarda sonuç alamayınca, son olarak Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurmuştu. AYM de başvuruyu reddetti.

Radikal gazetesinden Mesut Hasan Benli’nin haberine göre, kilisenin patrikhane bölümü, ‘müze olarak kullanma amacıyla’ 1979’da kamulaştırıldı ve 1988’de yapılan kadastro çalışması ile Hazine’ye aktarıldı. Ancak, koronun kıyafetlerini giydiği ve din adamlarının inzivaya çekildikleri yaklaşık 200 metrekarelik bölüm, kadastro sırasında kilise-patrikhane sınırlarının yanlış değerlendirilmesi nedeniyle Hazine’ye aktarılmıştı.

Kilise Vakfı adına Fuat Çöllü, 2011’de Mardin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açtı. Mahkeme davayı, “10 yıllık hak düşürücü süre geçti” gerekçesiyle reddetti. Bunu Yargıtay da onadı ve karar kesinleşti.

Bunun ardından kilise yönetimi, ‘din ve vicdan hürriyeti’, ‘hak arama hürriyeti’ ve ‘mülkiyet hakkının ihlal edildiği’ gerekçesiyle ve ‘bireysel başvuru’ yoluyla bu kez AYM’ye başvurdu. Ancak AYM de ‘yerel mahkemenin kararlarının bariz şekilde keyfilik içermediği’ gerekçesiyle başvuruyu reddetti ve iç hukuk yolu böylelikle tükendi.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

The Turkish Constitutional Court (AYM) rejected an individual application brought by the Mardin Syriac Catholic Church Foundation to challenge the nationalization of the part of the Church Building where the choir practices and the clergy prepare for the mass. This part of the church building was nationalized in 1988. The Foundation had challenged the nationalization decision in 2011. The AYM rejected the application finding that the 10 year period for objecting to this kind of cases had passed and that there has not been any interference in the right to freedom of religion or belief since the community has been using this part of the building. Now that the domestic remedies have been exhausted the Foundation will take the case to the European Court of Human Rights.

_______________________________________________________________________________________________________________________________

 

AYM’nin yeni laiklik yorumu daha özgürlükçü bir yorum mu? – I

26/07/2013 Yorumlar kapalı

24.07.2013, anayasaizleme.org / Mine Yıldırım

Anayasa Mahkemesi (AYM) Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)  üyelerinin “4+4+4” adıyla bilinen 6287 Sayılı Yasa’nın,[1] bazı maddelerinin iptaline dair başvurusuna ilişkin değerlendirmesinde laiklik ilkesine ilişkin olarak laikliğin “daha özgürlükçü” yorumu olarak adlandırdığı bir yorum ortaya koymuştur. Söz konusu “özgürlükçü” yorumun genel ilkeleri devletin tarafsızlığına ve bireylerin inançlarını açıklama haklarına vurgu yapmaktadır. Ne var ki, mesele bu ilkelerin eldeki dava konusuna uygulanması olduğunda, AYM’nin, ortaya koyduğu ilkeleri tutarlı bir şekilde uygulamak bir yana, Türkiye’de din ve inanç özgürlüğü hakkının mevzuatına ve özellikle de uygulamasına ilişkin birçok olguyu göz önünden bulundurmadan bir hüküm kurduğunu görüyoruz.

Aşağıda daha ayrıntılı bir şekilde açıklamaya çalışacağım gibi AYM’nin bu yorumu, devletin, çoğunluk inancına yönelik olarak sunduğunu ileri sürdüğü din hizmetleri aracılığıyla din alanına daha fazla girmesine olanak tanırken,  bireylerin ve grupların din veya inanç özgürlüklerinin, özellikle din eğitim ve öğretim alanında,  önündeki engelleri olağan karşılayan bir içtihat oluşturuyor. Bunu yaparken ise din eğitimi ve öğretimi alanındaki eşitsizlikleri görmezden geliyor.

Kararın dikkate alınması yeni bir laiklik anlayışı ortaya koyması açısından da önemli.  Nitekim, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç bu kararın sadece iki karşı görüşle, yani çok büyük ölçüde bir fikir birliği içinde çıktığı için “güçlü bir içtihat” olduğunu açıklarken, “daha özgürlükçü bir laiklik anlayışına” ulaştıklarını ve bunun ülkenin laiklikle ilgili sorunlarını çözebilecek bir yorum olduğunu vurgulamıştır.[2]

AYM’nin yeni laiklik anlayışı teoride gerçekten de ilerici. Buna göre laiklik, bireyin değil, devletin bir özelliğidir ve bireylerden laik olmaları beklenmez.  AYM  “laikliğe dair bu yeni özgürlükçü” görüşü şöyle tarif ediyor:

Laikliğin daha esnek ya da özgürlükçü yorumu ise dinin bireysel boyutunun yanında aynı zamanda toplumsal bir olgu olduğu tespitinden yola çıkmaktadır. Bu laiklik anlayışı, dini    sadece bireyin iç dünyasına hapsetmemekte, onu bireysel ve kollektif kimliğin önemli bir unsuru olarak görmekte, toplumsal görünürlüğüne imkân tanımaktadır. Laik bir siyasal   sistemde, dini konulardaki bireysel tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzı devletin müdahalesi dışında ancak, koruması altındadır. Bu anlamda laiklik ilkesi din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir.[3]

Diğer bir vurgu ise çoğulculuğa yapılıyor:

Demokratik ve laik devletin temel amaçlarından biri, toplumsal çeşitliliği koruyarak,         bireylerin sahip oldukları inançlarıyla barış içinde bir arada yaşabilecekleri siyasal          düzenleri inşa etmektir. [4]

AYM’ye göre laik devlet, resmi bir dine sahip olamaz, din ve inançlara karşı eşit mesafe gözetir ve “bireylerin dini inançlarını barış içerisinde serbestçe öğrenebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir hukuki düzeni tesis eden, din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan devlettir”.   Bu özgürlükçü laiklik anlayışı, devlete negatif ve pozitif yükümlülükler yüklemektedir; “negatif yükümlülük, devletin bir dini ya da inancı resmî olarak benimsememesini ve bireylerin din ve vicdan hürriyetine zorunlu nedenler olmadıkça müdahale etmemesini gerektirmektedir. Pozitif yükümlülük ise devletin, din ve vicdan hürriyetinin önündeki engelleri kaldırması, kişilerin inandıkları gibi yaşayabileceği uygun bir ortamı ve bunun için gerekli imkânları sağlaması ödevini beraberinde getirmektedir.”

Ne var ki, bu yorum ilk bakışta laiklik ilkesi çerçevesinde devletin tarafsızlığına,  bireylerin din ve inanç özgürlüklerinin korunmasına ve çeşitliliğe vurgu yapıp devlete inanç özgürlüğünün garantörü rolünü yüklese de, yorumun  davanın temel meselelerinden birini oluşturan din eğitimi ve öğretimi konusuna uygulanma biçimini özgürlükçü bir anlayışla bağdaştırmak son derece güç.  Bunun nedeni yeni laiklik yorumunun devlete yüklediği, “bireylerin din veya inanç özgürlüklerini yaşamalarının önündeki engellerin kaldırılması” sorumluluğunu AYM’nin göz ardı etmesi. Bu sorumluluk, devletin din veya inancın eğitim ve öğretim yoluyla açıklanması hakkının etkin bir şekilde kullanılabilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri yaparak din veya inanç gruplarının din eğitim veya öğretimi verebilecek kurumları açabilmesinin önündeki engellerin kaldırılmasını gerektirirdi.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız.

______________________________________________________________________________________________________________________________

 

 

 

Constitutional Court justifies more freedom of religion or belief restrictions

10/07/2013 Yorumlar kapalı

09.07.2013 Forum 18,

By Mine Yildirim, Norwegian Helsinki Ctte

Turkey has been gripped by widespread protests following the 31 May police repression of environmentalists protesting at Istanbul’s Gezi Park development plan. The protests rapidly grew to encompass many policies of the current Justice and Development Party (AKP) government, particularly the authoritarianism of Prime Minister Recep Tayyip Erdogan. Many in Turkey argue that the government must work to find common ground wide enough to accommodate the rights and freedoms of everyone in Turkey’s seemingly increasingly polarised society.

Yet surprisingly little attention has been paid to an 18 April decision of the Constitutional Court (Anayasa Mahkemesi – AYM) concerning the constitutionality of the controversial 2012 Education Reform Law. The decision goes much wider than simply the field of education in schools: it establishes new jurisprudence on “Turkish secularism” (laiklik). This has important implications for the protection of the right to freedom of religion or belief in Turkey….

The Constitutional Court’s new jurisprudence allows more unjustifiable state interference and involvement in freedom of religion or belief matters. It accepts the existing restrictions on non-state organisations or individuals providing religious teaching outside the public education system. From this basis the AYM attributes to the state a positive obligation to provide Islamic religious services – for example in school education. This approach has wide and possibly unforeseeable implications.

This AYM decision fails to meet the expectations of religious or belief communities from the promised new Constitution. These hopes focused on real equality and a neutral role for the state, with the effective protection of the right to freedom of religion or belief (see F18News 30 November 2011 http://www.forum18.org/Archive.php?article_id=1641).

The new “Turkish secularism”?

The AYM’s new theory of laiklik is in some ways an improvement on the old idea of laiklik. It states that “individual preferences and the ensuing lifestyles remain outside the interference of the state, instead, they are under the protection the state”. It goes on to state that one of the purposes of the secular state – which does not have a religion – is to establish a political order where, while protecting social diversity, individuals of different beliefs can live together in peace. Secularism, the AYM states, ensures the state’s neutrality in the face of religions and beliefs.

Accordingly, the AYM concludes that the state must take the necessary measures to ensure an environment where freedom of religion or belief can be realised. This implies, the AYM notes, that the state will refrain from interfering in the freedom of religion or belief of individuals unless it is necessary. It also implies, in the AYM’s view, that the state should remove obstacles to freedom of religion or belief.

Yet the AYM’s application of these ideas is disappointing.

The Constitutional Court’s April 2013 decision justifies the existing preferential treatment of Islam by saying that “from the beginning in Turkey the principle of secularism, both at the constitutional level and in practice” has not excluded the institutional relationship between the state and the Islamic religion. While the Constitution does not explicitly refer to a particular religion, “it foresees certain mechanisms to meet the needs, such as belief, worship and education, of those belonging to the majority religion”.

Here the Constitutional Court goes on to give examples of these mechanisms and religious services, such as the Diyanet and educational institutions training imams. The AYM concludes that the Constitution perceives religious services as social needs which the state is under an obligation to meet.

Yet the AYM does not consider how this preferential treatment for Islam can be reconciled with a state that is neutral toward all religions, as the AYM outlines in its theory of the new secularism.

Not discriminatory?

Referring to the 2012 Education Reform Law specifically, the Constitutional Court considers whether the preferential treatment of Sunni Islam creates inequalities.

Among other things, the Education Reform Law introduced optional lessons within school hours in Koranic studies, Basic Religious Knowledge (Islam) and the life of the Prophet Mohammad in middle and high schools. The new religion lessons began in September 2012, and many in Turkey have complained that their implementation has failed to respect the rights of parents and children to freedom of religion or belief (see forthcoming F18News article).

The AYM claims that, for two reasons, preferential treatment of Islam in schools is not discriminatory. Firstly, it states that no rule prevents the Education Ministry from providing religion lessons for members of other religions. Secondly, the AYM claims that the arrangements for minority religions named in the 1923 Lausanne Treaty are satisfactory. For these two reasons, the AYM concludes that the arrangements for the new lessons are not discriminatory.

The Constitutional Court’s perception of Turkish society is striking. It appears to think that people in Turkey can be subdivided into only two groups: those belonging to the majority Islamic community, which it sees as a monolith; and non-Muslim ethnic/religious communities named in the Lausanne Treaty. According to the AYM, the state is responsible for Islamic activity, and the Lausanne Treaty arrangements cover everyone else. This approach misses both the diversity of Turkish society, and the binding international human rights standards on freedom of religion or belief which Turkey has undertaken to implement.

The AYM appears to ignore that the Islamic community is very diverse – even within the Sunni, Sufi, Alawite and Alevi communities – and thus their needs for religious education may differ. There is also great diversity among other parts of Turkish society, far greater than the Lausanne Treaty encompasses.

The Constitutional Court also ignores the fact that the Turkish state has so far interpreted non-Muslim minorities restrictively to mean those affiliated with the Jewish community, Greek Orthodox and Armenian community, and unlawfully interferes in their leadership choices (see F18News 11 August 2010 http://www.forum18.org/archive.php?article_id=1477). Other religious communities such as the Syriac Orthodox, Jehovah’s Witnesses and Protestant community – as well as atheists and agnostics – are not able to benefit from the limited rights enshrined in the Lausanne Treaty (see Forum 18’s Turkey religious freedom survey http://www.forum18.org/Archive.php?article_id=1379).

The Constitutional Court similarly overlooks the fact that even what may be called the Lausanne minorities are denied the right to establish private educational institutions to teach their own beliefs, for example to train clergy. The most well known example of this is the forcible closure in 1971 of the Orthodox theological seminary on the island of Heybeliada (Halki).

This means that the state continues to have a monopoly on deciding what, if any, form of education to do with religions and beliefs can be provided, and to have a total monopoly of how this is provided.

Positive change?

Any changes in the jurisprudence of the high courts on the interpretation of “Turkish secularism” need to be closely watched. The Constitutional Court has by its April decision opened the way for even more state involvement in teaching religion, in particular the state’s interpretation of the Islamic faith to everyone in Turkey. In doing this, the Constitutional Court also ignored the real situation of freedom of religion or belief in Turkey.

This decision will not encourage the state to open the way to protect the right to manifest religion or belief in teaching, for example, by way of establishing religious schools or seminaries.

The Chief Judge of the Constitutional Court, Hasim Kilic, went as far as to claim on 24 April that the decision made “a positive change, and thus, an understanding of secularism which is more liberal and which advocates more freedom”.

As Kerem Altıparmak of Ankara University observed in an opinion published on Bianet on 24 April: “As much as the old Constitutional Court went too far to exclude religion from social life, the new Constitutional Court, by considering the provision of religious education a positive obligation, has gone too far to place religion at the centre of law – the consequences of this approach cannot be foreseen.”

….
For the Constitutional Court to affirm unequivocally the principle of freedom of religion or belief for all – which it claimed to support in the initial part of the April decision – it would have to reconsider the application of these principles in the rest of the decision. To achieve this, the AYM would need to establish a new understanding of secularism that is indeed not only “more liberal and which advocates more freedom” in theory, but is also in practice in line with Turkey’s international human rights obligations. (END)

To read the article in full click here.

_________________________________________________________________________________________

Din ve İnanç Özgürlüğünün Geliştirilmesi ve Korunmasına ilişkin Yol Gösterici İlkeler

08/07/2013 Yorumlar kapalı

Avrupa Birliği (AB) Bakanlar Kurulu 24 Haziran 2013 tarihinde Din veya İnanç Özgürlüğünün Geliştirilmesi ve Korunmasına ilişkin Yol Gösterici İlkeleri kabul etti. Yol Gösterici İlkeler Avrupa Birliği’nin Dış Eylem Servisi ve insan hakları politikalarında kullanılmak üzere hazırlandı. Dokümanın amacı AB personeli ve üye ülke personeli için üçüncü ülkelerle ilişkilerinde  uygulamada kullanabilecekleri rehber ilkeler sağlamak. Buna göre AB’nin üzerinde durması gereken konular şöyle özetlenebilir:

  • din veya inancı temel alan şiddet eylemlerine karşı mücadele etmek
  • ifade özgürlüğünü destekleme;
  • çeşitlilik ve hoşgörüye saygıyı desteklemek;
  • doğrudan ve dolaylı ayrımcılıkla mücadele etmek; özellikle ayrımcı olmayan mevzuat uygulayarak;
  • bireylerin dinlerini değiştirme ve din veya inancını terk etme özgürlüğünü desteklemek;
  • din veya inancı açıklama hakkını desteklemek;
  • bireysel davalara destek de dahil olmak üzere, insan hakları savunucularını desteklemek ve korumak;
  • dini kurumlar, belirli bir inancı benimsemeyen ve felsefi kurumlar da dahil olmak üzere sivil toplumu desteklemek ve ilişki kurmak.

Yerel düzeyde AB misyonları izleme, değerlendirme ve raporlamadan sorumlu olacak.  Gerektiği takdirde AB ve Üye Ülkeler üçüncü ülkelere düzenledikleri resmi ziyaretlerde din veya inanç özgürlüğünü savunmalıdır.  Hükümetler arası düzeyde ise AB, Birleşmiş Milletler düzeyinde aktif olarak katılımını sürdürecektir.  Uygulamada ise, AB Yol Gösterici İlkeleri insan hakları savunucularının projelerine mali destek verilmesini, özellikle kapasite artırımı ve arabuluculuk eğitim projelerinin desteklenmesini öngörüyor.

_________________________________________________________________________________________

EU Guidelines on the promotion and protection of freedom of religion or belief

08/07/2013 Yorumlar kapalı

The EU adopted the Guidelines on the Promotion and Protection of Freedom of Religion or Belief on 24 June 2013.

in EU external action and human rights policy. The guidelines are based on the principles of equality, non-discrimination and universality and are intended to provide practical guidance to officials of the EU and Member States in their relations with third countries and with international and civil society organisations.

The guidelines reaffirm that it is up to each individual State to ensure that its legal system guarantees freedom of religion or belief and to put in place “effective measures” to prevent or sanction any violations. The EU and its Member States should focus on:

  • fighting against acts of violence on the ground of religion or belief;
  • promoting freedom of expression;
  • promoting respect for diversity and tolerance;
  • fighting against direct and indirect discrimination; notably by implementing non-discriminatory legislation;
  • supporting freedom to change or leave one’s religion or belief;
  • supporting the right to manifest religion or belief;
  • supporting and protecting human rights defenders including support for individual cases; and
  • supporting and engaging with civil society, including religious associations, non-confessional and philosophical organisations.

The guidelines clarify the EU’s own position of neutrality towards religion or belief, not aligning itself with any specific view but upholding the individual’s right of conscience to choose, changeor abandon a conviction. Moreover, the priorities are of equal importance.

The guidelines recommend action to be taken at different levels. At the local level, EU missions (i.e. EU delegations and Member States Embassies and Consulates) will be responsible for monitoring, assessing and reporting on these priorities. When necessary, the EU and its Member States should promote freedom of religion or belief during their official visits to third countries. At the multilateral level, the EU will continue to participate actively in the UN agenda. In practice, the guidelines call for using external and thematic financial instruments by providing funding to human rights defender projects, especially capacity building and mediation training projects.

To access the Guidelines click here.

________________________________________________________________________________________

Danıştay’dan emsal Din Dersi Kararı / Court of Cassation Decides on Religion Lessons

04/07/2013 Yorumlar kapalı

04.07.2013, Bugün

Summary in English below.

Yerel mahkemenin bir öğrencinin talebi üzerine verdiği ‘Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden muafiyet’ kararını değerlendiren Danıştay 8. Dairesi, emsal bir karar verdi…

Danıştay, ilk ve orta dereceli okullarda okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin yeni müfredatla din dersi niteliği taşımadığına hükmetti. Samsun 1. İdare Mahkemesi’nin, bir vatandaşın din kültürü ve ahlak bilgisi dersindenmuaf tutulması yönündeki kararını Danıştay 8. Dairesi temyiz başvurusu üzerine bozdu. AİHM’in 2007’deki kararına atıf yapan Danıştay, müfredatın rasyonel ve nesnel olduğunu belirtti. Danıştay, dersin din dersi değil, ‘kültür ve ahlak dersi’ olduğuna hükmetti. Anadolu Lisesi’nde okuyan 9. sınıf öğrencisi bir vatandaş 2009’da, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden muaf tutulmak için Samsun 1. İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme, öğrencinin dersten muaf tutulmasına karar verdi.

Danıştay, yerel mahkemenin kararını, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin yeni müfredatı ile din dersi niteliği taşımadığı gerekçesiyle bozdu. Oybirliğiyle alınan kararda, dersin Anayasa’nın 24.maddesinde zorunlu ders olarak yer alan din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin nesnel ve rasyonel bir öğretimdersi olduğunu belirtti. Kararda, ‘herhangi bir tarikat ya da mezhebin esas alınmadığı, dinlerin birleştiriciliğinin anlatıldığı’ belirtilerek, “İslamile ilgili bilgilerde Kur’an ve Hz.Muhammed (sav) merkezli olarak birleştirici bir yol izlendiği” kaydedildi.

Müfredat dinsel çeşitliliğe uymalı

AİHM’nin 2007’de verdiği ‘Hasan ve Eylem Zengin Kararı’na atıfta bulunan Danıştay, AİHM’nin başvuru tarihindeki müfredat programının Türkiye’de hâkim olan dinsel çeşitliliğe uygun şekilde düzeltilmesini istediği hatırlatıldı. Yeni müfredatın 2007-2008 yılında yürürlüğe girdiği ifade edilirken ‘herhangi bir dini yorum veya pozitif ayrımcılığa yer verilmediğinin’ altı çizildi. Kararda, dersin Anayasa’nın 24. maddesine uygun olarak din kültürü ve ahlak bilgisi öğretimi yapılmakta olduğu dile getirildi.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

The Turkish Court of Cassation ruled that the Religious Culture and Moral Instruction lessons were not religion lessons, thus overturning the Samsun 1rst Administrative Court’s decision  that the applicant parent’s child had a right to be exempted from the lessons because they were instruction in a particular religion. The Court of Cassation referred to the 2007 judgment of the European Court of Human Rights recalling that the curricula at that time did not reflect the diversity of the population. The Court of Cassation, however, held that with its new curricula the lessons no longer constituted instruction in a particular religion.

________________________________________________________________________________________

 

Sivas’ta 20. yıl anması: Gezi’ye evet, Yavuz’a hayır / Commemoration of the 20th Aniversary of the Sivas Massacre

03/07/2013 Yorumlar kapalı

02.07.2013, Radikal

Summary in English below.

Sivas katliamının 20’inci yıldönümü nedeni ile düzenlenen büyük anma Ethembey Parkı önünde başladı. Türkiye’nin çeşitli illeri ve yurt dışından kente gelenlerden oluşan gruplar park önünde toplandı. Ardından saat 11.00’de yaklaşık 10 bin kişilik kalabalık yürüyüşe geçti. Mevlana Caddesi girişinde önce barikatlar ile polis yolu keserken, yapılan görüşmenin ardından yol yeniden açıldı. Yürüyüş yapan grubun en ön bölümünde ise olayda yaşamını yitirenlerin aileleri yer aldı.
Hüzünlü olduğu gözlenen aileler ellerinde kaybettikleri yakınlarının fotoğrafları ile otel önüne kadar yürüdü. Yürüyüş sırasında kıyafetleri, vücudu ve sazı metal rengine boyanmış ve sazına barış logosu asılı olan temsili Pir Sultan Abdal da dikkati çekti. Yürüyüş ve anma etkinliği boyunca kent üzerinde bir polis helikopteri görev yaparak, anma törenlerini adım adım izledi.

Yürüyüş sırasında hükümet aleyhine sloganlar atan grup, Gezi olayları ile ilgili de tepkilerini sürdürerek olayda yaşamını yitiren Ethem Sarısülük için sloganlar attı. Ellerinde çeşitli döviz ve pankartlar taşıyan kalabalık, Madımak’ın müze olması talebini yineledi.
CHP ‘yi temsilen etkinliğe Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap, Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Şafak Pavey, Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir, Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Erzurum Milletvekili Muharrem Işık ve İstanbul Milletvekili Üstün Sarı katıldı. Etkinlikte bağımsız Van Milletvekili Aysel Tuğluk ile BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü de yer aldı.
Yaklaşık 1 saat boyunca yürüyen kalabalık grup, Mevlana Caddesi ve kent meydanı üzerinden hareket ederek Atatürk Caddesi üzerinden eski Madımak Oteli, şimdiki Bilim ve Kültür Merkezi’nin bulunduğu Eski Belediye Sokak önüne kadar geldi. Saygı duruşunun ardından olayda ölenlerin isimleri tek tek okunurken, grup ‘Burada’ diye karşılık vererek yoklama yaptı.

AİLELERDEN ÖLEN 2 GÖSTERİCİNİN İSMİNE TEPKİ 
Otel önüne gelen gruplar polis barikatı nedeni bina önüne kadar giremedi. Otelin önüne sadece olayda yaşamını yitirenlerin aileleri ile milletvekilleri alındı. Bazı aileler bina içerisine girerek olayda ölenlerin isimlerinin yazılı olduğu pano önünde gözyaşı döktü. Ancak diğer ailelerin, ‘Bina müze oluncaya kadar içeriye girmeyeceğiz’ uyarısı üzerine tüm aileler dışarı çıkarak bina önünde bekledi.
Otel önünde toplanan aileler adına konuşan ozan Hasret Gültekin’in eşi Hacer Gültekin, bina müze olana kadar içeriye girmeyeceklerini söyledi.
Otelin içerisinde yapılan pano bölümünde olayda yakılan kişilerle birlikte göstericilerin isimlerinin de bulunduğunu belirten Gültekin, “Anı tabelalarında katillerin de isimleri yazılı. O isimler silinsin istiyoruz. Saldırganların isimleri silinmeyecekse bizim yakınlarımızın isimleri silinsin istiyoruz. Bunu kesinlikle kabul etmiyoruz ve içeriye girmiyoruz. Hiç bir yerde hiç bir katliamda katillerle mağdurların isimleri yan yana yazılamaz” diyerek tepki gösterdi.
Binanın kamulaştırılmasından sonra oluşturulan anı bölümünde olayda yaşamını yitiren 37 kişi içerisinde 2 gösterici Ahmet Alan ve Hakan Türkgil’in isimleri de yer alıyor. Alfabetik sıralamaya göre yapılan düzenlemede Ahmet Alan’ın ismi de ilk sırada bulunuyor.

KONUŞMALAR 
Otel önündeki anma etkinliği kapsamında daha sonra ses yayın sistemi bulunan otobüs üzerinden konuşmalar yapıldı. Etkinlikte konuşan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Kemal Bülbül, katliamın üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen acısının dün gibi taze olduğunu belirtti. Bülbül, Madımak Oteli’nin utanç müzesi olması gerektiğini belirterek, “Madımak müze olmadan Alevi açılımı olmaz. Alevi açılımının başlangıç noktası Madımak’ın müze olmasıdır” dedi.
Taksim’de meydana gelen olaylarla Türkiye’ye yayılan demokratik taleplere sahip çıktıklarını belirterek, Taksim ve Lice olaylarında güvenlik güçlerinin tutumunu eleştirdiklerini belirterek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘ın tavır, hareket ve şiddet dilini bırakması gerektiğini dile getirdi.
Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Selahattin Özel de otelin utanç müzesi olması isteğini tekrarlayarak, “Burayı Bilim ve Kültür merkezi yapmışlar. Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adı konulmuştu, bari buraya da Yavuz Sultan Selim adını koyun” dedi.

Sivas katliamının 20’nci yıldönümü nedeni ile kentte ayrıca, Valilik, Belediye ve kentteki bazı sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin katılımı ile de bir anma yapıldı.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

Thousands have gathered in Sivas to commemorate the 20th anniversary of the Sivas massacre in which 35 people, including many Alevi artists and intellectuals, were killed in an arson attack on the Madımak hotel.

The speakers criticized the Government, including the naming of the third bridge in Istanbul, “Yavuz Sultan Selim” who is regarded as an important figure who oppressed the Alevi community during the Ottoman times.

The circumstances surrounding the pogrom have never completely been uncovered and an Ankara court dropped the case on the killings in March 2012, ruling that the charges against the suspects exceeded the statute of limitations. The Madımak Hotel has since become a symbol of the discrimination faced by the Alevi community, who have repeatedly asked the state to turn the building into a museum.

________________________________________________________________________________________

Süryaniler Arazilerini BDP’den Geri İstiyor / Syriacs Demand Restitution of Land from BDP

01/07/2013 Yorumlar kapalı

25.06.2013, Akşam

Summary in English below.

Mardin’in Nusaybin İlçesi’ne bağlı Eskihisar (Marin) Köyü’nde bulunan ve 30 yıl atıl kaldıktan sonra restore edilerek 2008 yılında yeniden ibadete açılan Mor Avgin Manastırı’na ait olduğu iddia edilen ancak tapuları BDP’li bazı yönetici ve ailelerin üzerinde olan arazileri alabilmek için Süryaniler harekete geçti.

İsveç’te bulunan Mor Avgin Derneği yöneticilerinin BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Mardin Milletvekili DTK Genel Başkanı Ahmet Türk’e arazilerin iadesi için başvurduğu, sorunun uzlaşıyla çözülmesi için komisyonlar kurulduğu çözüm bulunamadığı için hukuki yola başvurulduğu belirtildi. Süryaniler, sorunun arazileri ellerinde bulunduran BDP’li yönetici ve ailelerin tutumu nedeniyle uzlaşma ile çözülemediğini öne sürerken, BDP Genel Başkanı Demirtaş ise, bu ailelerden BDP’li olanlar olsa bile gayrimüslimlerin hak ve hukukunun yanında olacaklarını söyledi.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

An ongoing land dispute between a group of Syriacs and the families of Peace and Democracy (BDP) officials remains unresolved in the southeastern province of Mardin as Syriac foundations have taken the issue to court to retrieve lands they claim belong to a nearby monastery.  The land actually belongs to the Mor Avgin Monastery in the village of Eskihisar, but has been transferred to families of high-ranking BDP administrative members and their families, according to Mor Avgin Foundation, a Syriac organization formed in Sweden.

The foundation said the issue had been taken to court following failed attempts to reach a compromise with the BDP families, who reportedly refused to return the lands to their original owners. Several commissions were formed and dissolved in the process, but the issue remained unsolved due to the unwillingness of the families, according to foundation members.

_______________________________________________________________________________________

Arab Spring Adds to Global Restrictions on Religion / Arap Baharı Dine İlişkin Sınırlamaları Küresel Olarak Arttırdı

26/06/2013 Yorumlar kapalı

20.06.2013, PEW Forum

At the onset of the Arab Spring in late 2010 and early 2011, many world leaders, including U.S. President Barack Obama, expressed hope that the political uprisings in the Middle East and North Africa would lead to greater freedoms for the people of the region, including fewer restrictions on religious beliefs and practices. But a new study by the Pew Research Center finds that the region’s already high overall level of restrictions on religion – whether resulting from government policies or from social hostilities – continued to increase in 2011.

Before the Arab Spring, government restrictions on religion and social hostilities involving religion were higher in the Middle East and North Africa than in any other region of the world.1 Government restrictions in the region remained high in 2011, while social hostilities markedly increased. For instance, the number of countries in the region experiencing sectarian or communal violence between religious groups doubled from five to 10.

To access the PEW Forum Report click here.

PEW Araştırma Merkezi’nin gerçekleştirdiği yeni bir araştırmaya göre beklenenin aksine, Arap Baharı sonrası Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde dinle ilgili kısıtlamalar 2011 yılında da artmaya devam etti. Devlet eliyle gerçekleşen kısıtlamalar yüksek olarak devam ederken, sosyal düşmanlıklar dikkat çekici düzeyde artış gösterdi.

Rapora ulaşmak için tıklayınız.

_________________________________________________________________________________________

 

Mor Gabriyel için Son Şans / Last Chance for Mor Gabriel

13/06/2013 Yorumlar kapalı

28.05.2013, Habertürk

Summary in English below.

Dünyanın ayakta kalan en eski Süryani Ortodoks Manastırı olarak bilinen Mardin Midyat’taki Mor Gabriel Manastırı (Deyrulumur) için köylülerin açtığı işgal davasında manastır adına Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunuldu. Başvuruda, manastırın bulunduğu 276 dönümlük arazinin Hazine’ye devrinin tescilinin iptal edilmesi istendi. Dosya Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nde incelemeye alındı. Yargıtay’ın temyiz başvurusunu kabul etmemesi halinde manastırın arazisi Hazine’ye kalacak. Süryani cemaati için iç hukuk yollarının tükenmesi nedeniyle bundan sonraki süreçte manastır adına Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılması gündeme gelecek.

‘BELGELERİMİZ VAR’
Kilisenin ve arazinin MS 397 yılından beri kendilerine ait olduğunu belirten Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün, “1936’da çıkarılan Vakıf Beyannamesi ile Mor Gabriel Manastırı bize verildi. 1937’den itibaren ise vergi verilmeye başlandı; kayıtları elimizde mevcut. 1930’ların sonlarında İl İdare Kurulu, idari sınırları belirlemek için, bir kroki hazırlıyor, o krokide manastır ve köyler mevki isimleri olarak yer alıyor. Her köyün krokisi, idarenin sınırlarını belirmek üzerine çiziliyor. Bu köyler de, sınırlarını, duvar çekerek belirliyorlar. Köylerin, bu sınırları kabul ettiklerini belirten hukuki belgeler mevcut” dedi.

DAVA SÜRECİ
Mardin’in Midyat İlçesi’ne bağlı Güngören Köyü sınırları içerisinde bulunan manastır idaresinin, komşu köylerin sınırları içerisindeki 100 hektarlık ormanlık alanı işgal ettiği öne sürülmüş ve 2008 yılında dava açılmıştı. Yerel mahkeme, söz konusu arazilerin kilisenin malı olduğuna karar vermişti. Yerel mahkemenin direnme kararı üzerine dosyanın gittiği Yargıtay Genel Kurulu da yerel mahkemenin direnme kararını bozmuştu. Bu kararla birlikte manastırın Hazine’ye devri için süreç başlamıştı.

Haberin devamını okumak için tıklayınız.

Summary

In the case initiated by the villagers against the Mor Gabriel Monastery accusing it of occupying the land surrounding the Monastery an appeal will be filed with the High Court of Appeals. If the Appeal application by the Monastery is not accepted by the High Court of Appeals an application will be made to the Turkish Constitutional Court in order to exhaust domestic remedies.

_________________________________________________________________________________________

NHK: Hükümet Özgürlüklere Saygı Göstermeli

07/06/2013 Yorumlar kapalı

Norveç Helsinki Komitesi Gezi Parkı Olaylarıyla İlgili Basın Açıklaması

NHK: Hükümet Özgürlüklere Saygı Göstermeli

Hükümet özgürlüklere saygı göstermeli ve göstericilere yönelik polis şiddetine ilişkin olarak ivedilikle bağımsız bir soruşturma süreci başlatmalıdır.  Norveç Helsinki Komitesi, İstanbul, Ankara ve başka birçok şehirde, büyük ölçüde barışçıl niteliğe sahip gösterilere yönelik polis şiddetiyle ilgili haberlerden ötürü derin bir kaygı duymaktadır.

Gösteriler, 27 Mayıs 2013 tarihinde daha büyük bir yeniden yapılandırmanın parçası olarak Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmesinin durdurulması talebiyle başladı. Güvenilir haberlere göre barışçı ve az sayıda gösterici polisin gaz ve basınçlı su müdahalesiyle karşılaştı.

Gezi Parkı’ndaki göstericilerin sayısı hızla artarken, Ankara ve başka şehirlerde Hükümet’e karşı Gezi Parkı göstericileriyle dayanışma protestoları düzenlendi. Türkiye Tabipler Birliği’nin açıklamasına göre Gezi Parkı protestolarının başlamasından 4 Haziran 2013 saat 21:00’e kadar 4177 yaralı hastanelere başvuruda bulundu, iki kişi hayatını kaybetti, 43 kişi ağır bir şekilde yaralandı,  üç kişinin sağlık durumu kritik, 10 kişi gözünü kaybetti ve 15 kişinin ise ciddi kafa travması var.

Gösteriler İstanbul’daki az sayıda yeşil alandan birinin korunması için Hükümete çağrı yapan bir protesto olarak başladı. Ancak kısa bir süre içinde polisin göstericilere yönelik kabul edilemez şiddetine, bu şiddete son verilmesi için siyasi önlemlerin alınmamasına karşı ve Hükümet politikalarına karşı genel bir hoşnutsuzluğu ifade eden geniş katılımlı bir protesto hareketine dönüştü.

Türkiye’de emniyet kuvvetlerinin barışçı gösterilere orantısız kuvvetle karşılık vermesi ilk kez olmuyor.  Protestocuların dağıtılması için aşırı güç kullanımı maalesef Türkiye’de polisin rutin olarak başvurduğu bir yöntem haline gelmiştir. Henüz dört hafta önce, Taksim Acil Hastanesi yakınlarındaki 1 Mayıs gösterilerine karşı aşırı güç kullanılmıştır.

Gezi Parkı olayları, Türkiye Hükümeti için polis şiddetinin kabul edilemez bir yöntem olduğunu kesin ve açık bir şekilde ortaya koyacağı bir fırsat olmalıdır. Bu nedenle, Hükümet:

  • ­Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın 4 Haziran’da, Gezi Parkı’ndaki gösterilerde yaralanmış olan göstericilerden özür dilemesini takiben, protestolarla igili polisin daha geniş kapsamlı insan hakları ihlalleri hakkında bağımsız bir soruşturma başlatmalıdır.  Bu soruşturma, gelecekte olabilecek barışçı gösterilerde polisin uygunsuz davranışlarını önlemek amacıyla polisin sokak gösterilerine karşılık vermeyöntemleri konusunda etkili reformların oluşturulması amacına da sahip olmalıdır;
  • ­Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı Gezi Parkı’nın yeniden yapılandırılması konusunda göstericilerin taleplerini karşılama sözünü yerine getirmek amacıyla gerekli önlemleri almalıdır.

Son yıllarda gerek Türkiye’deki insan hakları örgütleri  gerekse Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi uluslararası insan hakları örgütleri Türkiye’de ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaları ve Türkiye’deki siyasetçilerin muhalif görüşlere karşı tahammülsüzlüğünü eleştirdikleri görülmektedir.

Türkiye’de bazı ana akım medya kuruluşları Gezi Parkı protestolarını ve polis şiddetini görmezden gelmiştir. Birçok yorumcuya göre, bunun nedeni ifade özgürlüğüne yönelik genel kısıtlamalar ve medyanın tam bağımsızlığa sahip olmamasıdır; sonuç olarak bu durum medya kuruluşlarının kendi kendilerine sansür uygulamasına yol açmaktadır.

Bu nedenle Hükümeti ifade özgürlüğünün ve elektronik, basılı ve internet ve mobil bilgi sistemleri de dahil olmak üzere tüm medya tiplerinin bağımsız haberleşmesinin korunması için gerekli önlemleri artırmaya çağırıyoruz. Bilgi akışının uluslararası insan hakları standartlarıyla uyumlu bir özgürlük ortamı içinde güvence altına alınması için Türkiye’de korkunun hakim olmadığı bir ortam sağlanmalıdır.

NTV kanalının ilk protesto eylemlerine yayın akışında yer vermemesinden ötürü özür dilemiş olması sevindiricidir. NTV’nin sahibi Doğuş Yayın Grubu’nun Genel Yayın Müdürü Cem Aydın, kanala yöneltilen eleştirilerin “büyük ölçüde haklı” olduğunu kabul etmiştir.

Gösterilerle ilgili olarak daha geniş kapsamlı bir bakışaçısıyla Hükümet ve yerel kamu görevlileri büyük projelerde yönetişimde şeffaflık ve halkın katılımının sağlanmasına ilişkin politikalarını gözden geçirmelidir. Gösterilerin hızlı bir şekilde yayılması Hükümetin halkla ve siyasi muhalefetle görüş alışverişini artırması gerekliliğinin bir işareti olabilir.

Türkiye’deki AK Parti gibi, uzun süre çoğunluğun oylarıyla görev yapan Hükümetler, sahip oldukları demokratik meşruiyetlerinin, muhalefet, sivil toplum ve ilgili vatandaşlarla görüş alışverişini gerektirmeyecek kadar sağlam olduğunu düşünebilirler. Bu görüşe kesinlikle katılmıyoruz. Gelişmiş demokrasiler Hükümetlerin hem temel özgürlüklere saygı göstermelerini hem de muhalefetle ve vatandaşların temsilcileriyle geniş kapsamlı bir görüş alışverişinde bulunmalarını ve muhalif görüşlerin duyulmasına izin verilmesini gerektirir.

________________________________________________________________________________________

NHC: Government Should Respect Freedoms

07/06/2013 Yorumlar kapalı

Norwegian Helsinki Committee Statement on Gezi Park Events

Government should respect freedoms

Government should respect freedoms and establish independent investigation into police violence against demonstrators. The Norwegian Helsinki Committee is deeply concerned about recent reports of police abuse against largely peaceful demonstrators in Istanbul, Ankara and many other Turkish cities.

The demonstrations started on 27 May in the Gezi Park in Istanbul, demanding a halt to the removal of the trees for the reshaping of the Gezi Park as a part of a wider redevelopment project in Istanbul. According to credible reports, the peaceful and few demonstrators were met by police using tear gas and water cannons.

The number of Gezi Park protesters grew rapidly, while solidarity protests against the Government were organized in Ankara and other major cities. Police repeatedly attacked protesters. According to a statement by the Turkish Medical Association, since the beginning of the Gezi Park protests until 21:00 at 4 June 4177 injured individuals applied to hospitals, two individuals died, 43 individuals suffered from heavy injuries, three were in a critical condition, 10 individuals lost one eye, and 15 had serious head injuries.

While the protests started as an environment protest urging the Government to protect one of the few remaining green parks in Istanbul, they rapidly became an expression of protest against the unacceptable violence used by the police and the lack of political action to stop this violence as well as wider discontent with Government policies.

This is not the first time that Turkish police met peaceful protest with disproportionate violent measures. Unfortunately, excessive force is routinely used by law enforcement officials to disperse protests in Turkey. Only four weeks ago, police in Istanbul used excessive force to disperse 1 May demonstrations near the Taksim emergency Hospital.

However, this should be the time that the Turkish government makes it absolutely clear that police violence is unacceptable. To that end, we urge the Government to:

  • ­ Follow-up on Deputy Prime Minister Bulent Arinc’s 4 June apology to protesters injured in demonstrations at the Gezi Park by establishing an independent investigation into wider police misconduct related to the protests. This investigation should be followed-up by effective reforms of police conduct related to street protests, preventing future police attacks on peaceful demonstrators;
  • ­ Follow-up on Deputy Prime Minister Bulent Arinc’s pledge to meet protesters against plans to transform the Gezi Park.

During the last years, both Turkish and international human rights organizations such as Amnesty International and Human Rights Watch criticized restrictions on free speech and Turkish politicians’ intolerance of dissenting voices.

Several main Turkish media outlets have failed to cover the protests and the police violence. In the view of many commentators, this may be an indication of the overall lack of protection of free speech and independent media reporting in turkey; leading to widespread self-censorship among media outlets. We therefore call on the Government to initiate measures to increase protection of free speech and independent reporting of electronic, print and other types of media, including Internet and mobile information systems. Turkey needs to develop a climate free from fear so that free flow of information can be guaranteed in line with international human rights standards.

In a welcome move, the Turkish television station NTV apologized for failing to cover the initial protests. The chief executive of the conglomerate that owns NTV, Cem Aydin of Dogus, conceded that criticism of the channel was “fair to a large extent”.

In a wider response to the protests, the Government and local authorities should review policies of transparency and popular consultation on major projects. The rapid escalation of the protests may signal that the Government should increase public consultation and consultation with the political opposition.

Governments with a longtime large majority in Parliament, such as the current AK Party Government in Turkey, may think that their democratic credentials are so strong that further consultations with the opposition, the civil society and with engaged citizens are not necessary. We strongly disagree with this view. Full-fledged democracy requires Governments to fully respect fundamental freedoms as well as conducting extensive consulting with opposition and citizen’s representatives as well as allowing for dissenting voices to be heard.

To access the statement click here.

_________________________________________________________________________________________

 

Diyanet 2012 Faaliyet Raporu: Yeni Misyon ve Daha Fazla Kapasite Artırımı / Presidency of Religious Affairs Defines New Mission and Demands Increased Capacity

05/06/2013 Yorumlar kapalı

05.06.2013, İnanç Özgürlüğü Girişimi

Summary in English below.

Diyanet İşleri Başkanlığı 2012 yılına ilişkin faaliyetlerine yer verdiği ve kurumun Stratejik Planında ne ölçüde yol kat ettiğini değerlendirdiği 2012 Yılı Faaliyet Raporunu Mayıs 18, 2013 tarihinde yayınlandı. Türkiye’de din-devlet ilişkisini ve düşünce, din veya inanç özgürlüğünün korunmasını ilgilendiren bazı gelişmeler şöyle özetlenebilir:

  • Misyon Değişikliği

2011 yılına ait Faaliyet Raporu ile karşılaştırıldığında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) tanımladığı misyonunda önemli bir değişiklik göze çarpmaktadır. DİB’in 2011 yılı için tanımladığı misyon şöyle:

“Toplumun dinî ihtiyaç ve beklentilerine cevap verme amacıyla İslam Dini’nin temel kaynaklarına dayalı doğru ve güncel bilgi ile toplumu din konusunda aydınlatmak, inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek ve ibadet yerlerini yönetmek.”

Oysa 2012 yılı misyonu çok daha proaktif bir rol üstlendiğine işaret etmektedir, “Toplumun dinî, ahlakî ve manevi değerlerini sürekli canlı tutmak amacıyla İslâm Dini’nin temel kaynaklarına dayalı doğru ve güncel bilgi ile toplumu din konusunda aydınlatmak, inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek ve ibadet yerlerini yönetmektir.” Anayasal ve yasal görevine bakıldığında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “dini, ahlaki ve manevi değerleri sürekli canlı tutma amacının” yasal temeli açık değildir ve önemli bir amaç ve rol değişikliğine işaret etmektedir.

  • Stratejik Hedefler

Rapora göre Birimlerin tamamının yapmış oldukları faaliyetlerle katkıda bulundukları stratejik hedefler değerlendirildiğinde; “Ahlaki yozlaşmayı önleyici çalışmaları artırmak” stratejik hedefine % 71,43 oranıyla en düşük; “Dinî bilgi bankası oluşturmak” ve “Toplumsal problemlerin çözümünde etkin rol almak” stratejik hedeflerine de % 100 oranıyla en yüksek seviyede ulaşıldığı anlaşılmaktadır.

2012 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın birimlerince gerçekleştirilen stratejik hedeflerin stratejik amaçlara katkıları bağlamında bakıldığında; “Dünyada objektif İslâm algısı oluşturmak ve bu anlayışı yaymak” stratejik amacına % 75,14 oranıyla en düşük; “Dinî bilgi üretimini, İslâm’ın bilimsel metodolojisi temelinde sistematik hâle getirmek ve kurumsallaştırmak” stratejik amacına da % 92,70 oranıyla en yüksek seviye- de ulaşıldığı görülmektedir. dır.

  •  Öneri ve Tedbirler

Öneri ve Tedbirler konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2010 ve 2011 yıllarındaki raporlarında yer alan önerilerin 2012 yılı içinde tekrarlandığı görülmektedir:

Tüzel Kişilik ve İbadet Yerlerinin Mülkiyeti

“İbadet yerlerinin yönetimi ve denetimi görevi, yasal olarak Başkanlığımızın uhdesindedir. Ancak Başkanlığın hukukî tüzel kişiliğinin olmaması nedeniyle, cami, mescit ve bunların müştemilatı ile Kur’ân kurslarının mülkiyeti farklı özel ve tüzel kişilere aittir. Bu durum, hukuken sorumlu olduğumuz ibadethanelerin yönetiminde, Başkanlığımızın ciddî sorun ve sıkıntılarla karşılaşmasına neden olmaktadır. Bu itibarla, mutlaka Başkanlı- ğımıza hukukî tüzel kişilik sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır.”

“İllegal” oluşumlara karşı daha fazla kadro gereği görülmesi

“Ülke genelinde yeni inşa edilen dolayısıyla kadro verilemeyen cami ve mescitlerde illegal oluşum olmaması ve din hizmetlerinin tek elden ve devlet güvencesi altında yürütülebilmesi için kadrosu olmayan camilere kadro sağlanması gerekmektedir.”

Cami görevlilerinin etkinliğinin artırılması

“Cami görevlileri (imam-hatip ve müezzin- kayyımlar), herhangi bir mesai sınırlaması olmadan vatandaşlarımızla yüz yüze din hizmeti sunmaktadırlar. Bu itibarla, görev yaptıkları camilerin yanında sürekli vatandaşla iç içe olmaları gerekmektedir. Bu nedenle, başta hizmet açısındanözellikli bölgeler olmak üzere, kiraların yüksek oldugu büyük şehirlerde lojmanı olmayan camile- rimize görevli lojmanları inşa edilebilmesi için, bütçeye yeterli ödenek konulmalıdır.”

Kadınlar için daha niteliklik din hizmeti

Nüfusumuzun yarısından fazlasını oluşturan bayanların dinî konulardaki soru ve sorunlarını daha rahat ortamlarda aktarabilmelerini sağlayabilmek için, bayan din görevlisi ve müftülükleri- mizdeki aile irşat bürolarının sayısı artırılmalı ve buralarda daha nitelikli ve donanımlı personel görevlendirilmelidir.

DİB için ilahiyat fakültesi mezunlarına duyulan ihtiyaç

“Kaliteli din hizmeti sunmanın, iyi yetişmiş kalifiye elemanların istihdamıyla mümkün olabileceği, izahtan varestedir. Başkanlığımızın bundan böyle, tamamen ilahiyat fakültesi mezunları istihdam etmesi gerekmektedir. Bu nedenle söz konusu fakültelerin kontenjanları bu ihtiyaç dikkate alınarak belirlenmeli ve program geliştirme çalışmalarında din hizmetleri alanının ihtiyaçları gözetilmelidir.”

Daha fazla bütçe

“Hizmetlerimizi yerine getirirken karşılaştığımız en önemli sorunlarımızdan biri de, kısıtlı bütçe imkânlarıdır. Geniş bir coğrafyada 100.000‟in üzerinde personelle, Anayasal ve yasal görevlerimizi tam anlamıyla ifa edebilmemiz için, güçlü malî kaynaklara sahip olmamız gerekmektedir. Bu itibarla, hizmetlerimizi etkili bir şekilde sunabilmeimiz için, bütçeden Başkanlığımıza ayrılan kaynakların imkânlar doğrultusunda artırılmasının, Başkanlığımızın karşılaştığı bazı olumsuzlukları azaltacağı inancındayız.”

Summary

The Presidency of Religious Affairs (PRA) published its 2012 Activity Report on 18 May 2013. An important change in the new Report indicates a new mission statement for the PRA. While previous reports referred to the purpose for the PRA’s activities as “enlightenment of the society on religious matters” the new mission statement refers to “the purpose of keeping society’s religious, ethical and moral values constantly alive”. The legal basis of this evolved mission’s, which reflects a proactive role to foster religiosity, remains unclear. The PRA, reiterates in its recommendations that the PRA needs to have a legal personality to acquire ownership of places of worship which it administers and demands more funding in order to exercise its constitutional duties. It also demands more personnel in order to prevent illegal activities in mosques where it currently does not have have any imams.

__________________________________________________________________________________________

Alevis stage protest against bridge name

03/06/2013 Yorumlar kapalı

03.06.2013 Hürriyet Daily News

Alevis from all around Turkey staged a protest yesterday against the name of the third bridge, “Yavuz Sultan Suleiman,” condemning the decision to name the bridge after an Ottoman sultan historically known for slaughtering Alevis.

Around 300 demonstrators who came to Istanbul with buses from different Turkish cities gathered at Garipçe villages in Istanbul where the new bridge construction has been kicked off last week.

The sultan, known as Selim the Grim in English, is the ninth Ottoman sultan and the first Ottoman caliph. Yavuz was famous for his conquests in the Eastern world in Turkish history but Alevis know him also as one of the ground breakers in the contemporary Turkey Sunni Muslim nation, claiming he had slaughtered Alevis during his rule.

The protestors all agreed that the name of the bridge should have been something that represents unification and peace but this name points to the diversifying policies of the governments.

“As an Alevi, I’m so angry and hurt,” Hülya Balcı told the Hürriyet Daily News during the protests. “Couldn’t they find any other name to put? There are many figures in history whose name stand for peace and love.”

There must be a bad intention underlying this decision, she said, adding this was a clear sign that the slaughter of Alevis was regarded as unimportant.

More.

__________________________________________________________________________________________

Yeni Kitap: “Türkiye’de Din Özgürlüğüne İlişkin Anayasal Güvence”- Hasan S. Vural

27/05/2013 Yorumlar kapalı

 

“Türkiye’de Din Özgürlüğüne İlişkin Anayasal Güvence”- Hasan S. Vural

Seçkin Yayıncılık / Hukuk – Nisan 2013

“Anayasa Türkiye’de bulunan kimselere din özgürlükleri konusunda nasıl bir güvence sunmaktadır? Anayasa, dinsellikle ilgili olarak kimlerin, hangi konularda, ne kapsamda ve hangi sınırlar çerçevesinde, nelerden ve nelere, ne ölçüde özgürlüğünü koruma altına almaktadır? Anayasanın ilgili normları en az birkaç şekilde yorumlanabilecektir; bu çeşitlilik arasında Anayasanın bütünlüğünü gözeten ve hakları ciddiye alan bir yaklaşım için nasıl bir yorum önerilebilecektir?

Bu sorulara yanıt aramak amacıyla bu çalışmada, din özgürlüğü kavramı ve din özgürlüğünün Anayasayla korunması tartışılmakta ve Türk Anayasa Hukukunda getirilen güvencenin bir çözümlemesi sunulmaya çalışılmaktadır.

Kitapta yer alan bazı başlıklar:

            Türkiye’de Din Özgürlüğü Tartışması

            Anayasacılık ve Özgürlüklere İlişkin Anayasa Güvencesi

            Uluslararası Hukuk Normlarının Katkısı

            Din Özgürlüğünün Özneleri, Kapsamı ve Sınırları

Kitabın online satış alanına ulaşmak için tıklayınız.

_________________________________________________________________________________________

 

Bir Grup Ateist: Ateistlerin İfade Özgürlüğü Yok / A Group of Atheists: Atheists Don’t Have Freedom of Expression

23/05/2013 Yorumlar kapalı

23.05.2013, Radikal

Summary in English below.

‘Bir Grup Ateist’ adlı grup, Sevan Nişanyan’a verilen hapis cezasını yayınladıkları bir bildiri ile protesto etti.

İşte “hukuki ve düşünsel çarpıklık ve çifte standarda tüm toplumun dikkatini çekmek” amacıyla yazıldığı belirtilen o bildiri:

Türkiye ‘de ateistlerin maruz kaldığı haksızlıklar bitmek bilmiyor. Geçtiğimiz haftalarda yaptığımız basın açıklamasıyla da protesto ettiğimiz Fazıl Say’a verilen cezanın ardından, bu sefer de yazar Sevan Nişanyan blog sayfasında Muhammed’e hakaret ettiği gerekçesiyle 13.5 ay hapis cezasına çarptırıldı. Üstüne üstlük, bu ceza para cezasına da çevrilemiyor.

Sevan Nişanyan’ın mahkemeye konu olan ifadeleri anladığımız kadarıyla şunlar: “…Bundan yüzlerce yıl önce Allah ile kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir”.

Öte yandan, bugünlerde AKP yöneticisi Mahmut Macit bakınız ateistler için ne tür sözler sarf ediyor: “kişiliği bozuk ateist geçinen ruh hastası tiplerin ülkemde halen dinime küfretmesi kanıma dokunuyor. tecavüze uğramış bu tipler yok edilmeli”. Ayrıca şunu da diyor: “Irkçılık faşizm ateizm ruh hastalığıdır…”. Yani ateizmi ırkçılık ve faşizmle bir tutuyor ve alışık olduğumuz bir şekilde ateistlere ruh hastası diyor – sanki ruh hastası olmak faşist olmakla birmiş gibi.

Bizler, birkaç ay önce Adnan Oktar hakkında, dinsizlere, ateistlere, evrimcilere ve materyalistlere yönelik hakaretleri nedeniyle savcılığa suç duyurusunda da bulunmuştuk. Savcılık ise bu ifadelerde hakaret ve tahrik olduğunu kabul etmekle beraber, bunun ateistler için gerçek ve yakın bir tehlike oluşturmadığı ve ateizmin bir din değil bir felsefi görüş olduğu gerekçesiyle bu ifadelerin suç teşkil etmediğine kanaat getirmiş ve takipsizlik kararı vermişti.

Halbuki ateistler felsefi görüşleri sebebiyle değil, dinsel konularda toplumun geri kalanından farklı düşünmeleri sebebiyle hedef alınmaktadır ve bu davalarda kullanılan yasa maddesinin (TCK 216. madde) amacı belli bir dini korumak değil, dinsel konulardaki inanç farkları sebebiyle toplumun bir kesiminin ayrımcılığa uğramasına engel olmaktır. Dolayısıyla, bu kanun maddesinin ateistler aleyhine kullanılması aslında kanunun ruhuna aykırıdır, çünkü kanunun asıl koruması gereken şey ateistlerin, Alevilerin ve gayrımüslim vatandaşların maruz kaldığı türde haksızlıklardır. Çünkü yakın ve gerçek bir tehlike eğer varsa, İslam dinine inananlar için değil, inanmayanlar için vardır.

Eğer ateistlere yapılan hakaret ve haksızlıklar, ateistler için yakın ve gerçek bir tehlike oluşturmadığı gerekçesiyle suç kabul edilmiyorsa (ki aslında tehlike oluşturmaktadırlar, çünkü sıkça rastladığımız, oruç tutmayanların dayak yemesi ya da evrim teorisini öğreten öğretmenlerin baskılara maruz kalması gibi vakalar, toplumda ateistler aleyhine edilen bunca sözden güç alan eylemlerdir), o zaman Fazıl Say’ın, Sevan Nişanyan’ın ya da internetteki blog sayfalarında yazdıkları sebebiyle mahkum edilen onca ateistin sözlerinin inanırlar açısından yakın ve gerçek bir tehlike oluşturduğu nasıl iddia edilebilir?

Öte yandan şu da unutulmamalıdır ki, ateizm bir düşünce ve felsefe olarak dinlerin ve din bezirganlarının karşısındadır ve onları her zaman korkutmaya devam edecektir. Türkiye’de sadece Nişanyan ya da Say gibi toplumsal bilinirliği olan ateistler değil, mahallenizdeki komşunuz, okuldaki sıra arkadaşınız, işyerinizdeki meslektaşınız dahil hiçbir ateist yalnız değildir.

Bu bağlamda, ortadaki hukuki ve düşünsel çarpıklık ve çifte standarda tüm toplumun dikkatini çekmek istiyoruz.

Bir Grup Ateist

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

A group calling themselves “A Group of Atheists” published a statement condemning the conviction of Sevan Nişanyan and the 13.5 months prison sentence for insulting Prophet Mohammed. The statement was published to “draw attention to the double standard and legal and logical distortion”. The statement also referred to a complaint by atheists against Adnan Oktar for insulting atheists however the court rejected this statement saying that atheism is not a religion but a philosophy and that Oktar’s statements did not constitute a “real and close danger”. On the other hand, the group said that they are at loss to understand how Nişanyan’s statements constituted a “real and close danger”.

__________________________________________________________________________________________

 

Yaz Genelgesinden Başörtüsü Yasağı Çıktı / Headscarf Ban for Public Servants Reiterated on Interior Ministry Circular

23/05/2013 Yorumlar kapalı

23.05.2013, Zaman

Summary in English below.

İçişleri Bakanlığı’nın, kamu kurumları için her yıl mayıs ayında uygulamaya koyduğu yaz genelgesinde bu sefer ‘başörtüsü’ne özel atıf yapıldı. Valiliklere gönderilen yazıda, kadın personelin başının tamamen açık olmasına dikkat edilmesi gerektiği vurgulandı.

Havaların ısınmasıyla birlikte kamu kurum ve kuruluşları, yaz dönemine uygun kılık-kıyafet uygulamasına geçti. Bu kapsamda bakanlıklar genelge yayınlayarak kendilerine bağlı kurumlara değişikliği duyurdu. Ancak İçişleri Bakanlığı’nın 81 il valiliğine gönderdiği genelgede başörtüsüne  ciddi vurgu yapılması dikkat çekti. Bakanlık tarafından hazırlanan resmi duyuruda, “Bayan personelin başı tamamen açık olacak. Saçlar taralı ve düzgün görünecek.” denildi. Valiliklere gönderilen yazıyla kamu kurum ve kuruluşlarında üstü kapalı olarak başörtülü personele izin verilmemesi istendi. İçişleri Bakanlığı tarafından gönderilen belgede, iklim şartlarının olumsuz etkilerini azaltmak ve görevin daha rahat yürütülmesini sağlamak amacıyla bu tarz bir uygulamaya geçildiğinin altı çizildi. 13 Mayıs-14 Eylül 2013 tarihleri arasında yaz kıyafeti uygulamasına geçileceğinin belirtildiği yazıda, özellikle kadınların başlarının açık, saçlarının düzgün olması gerektiğine işaret edildi. Resmi belgenin devamında özetle şu kriterlere yer verildi: Kadın personel temiz, düzgün, ütülü, sade giysi ile normal topuklu ayakkabı kullanabilir ancak baş daima açık ve saçlar düzgün taranmış olmalı. Yine kadınlar, kolsuz ve çok açık yakalı gömlek, bluz ya da giysi ile terlik ve sandalet tipi veya boyasız ayakkabı giymemeli. Yönetmeliği eleştiren Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “82 model yönetmeliği tanımadığımızı 18 Mart’ta başlattığımız ‘sivil itaatsizlik’ eylemi ile ortaya koymuştuk. Bu çerçevede yönetmeliğe bağlı gönderilen yazıların hükmü yoktur. İktidardan beklediğimiz, 82 model yönetmeliğin kaldırılmasıdır.” dedi.

Utanç verici bir dayatma

Özgür-Der, İçişleri Bakanlığı’nın yaz genelgesine tepki gösterdi. Genelgede yer alan ‘kadın memurların başları daima açık olacak’ ibaresinin insan haklarına aykırı olduğunu belirten Genel Başkan Rıdvan Kaya, uygulamanın utanç verici bir dayatma olduğunu söyledi. Kararın evrensel hukuk ilkelerine de aykırı olduğunu ifade eden Kaya, “Bizler bu ülkede yaşayan Müslümanlar olarak inancımızı ifa etme sorumluluğumuzun ve hakkımızın hiçbir mevzuat hükmüyle sınırlanmasını, yok sayılmasını kabul etmeyiz. Bu zulme asla sessiz kalmayız.” dedi. Genelgenin geri çekilmesini isteyen Kaya, bu ayıbın derhal sona erdirilmesini istedi.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

The Turkish Interior Ministry said that female public servants’ head must be bare at all times at work in its summer circular sent to local Governorships. Among other criteria it also noted that female public servants cannot wear sleeveless or low-cut tops. Public servant Unions Memur-Sen and Özgür-Der objected to the circular on grounds that it restricts Muslims’ right to manifest their religion and asked for the Circular to be withdrawn.

_________________________________________________________________________________________

Sevan Nişanyan 13.5 ay hapis cezasına çarptırıldı / Nişanyan Sentenced to 13,5 in Prison for Defamation of the Prophet

22/05/2013 Yorumlar kapalı

22.05.2013, T24

Summary in English below.

Ünlü piyanist Fazıl Say’ın ardından yazar Sevan Nişanyan da ‘Hz. Muhammed’e hakaret ettiği’ gerekçesiyle hapis cezasına çarptırıldı. Daha önceden de sabıkası olan Nişanyan’ın cezası para cezasına çevrilmiyor.

Akit gazetesinin haberine göre; yazar Sevan Nişanyan, kendi blog’unda yer alan ve Hz. Muhammed’e hakaret ettiği iddia edilen bir yazısı nedeniyle İstanbul 14. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 13.5 ay hapis cezasına çarptırıldı. Daha önceden de sabıkası olması dolayısı ile aldığı ceza para cezasına çevrilmeyen Nişanyan’ın sadece kararı temyiz etme hakkı bulunuyor.

Nişanyan hakkında “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçundan mart ayında 1,5 yıla kadar hapis cezası talebiyle dava açılmıştı. Mahkemece kabul edilen iddianamede Nişanyan’ın, “…Bundan yüzlerce yıl önce Allah ile kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir” cümlesini içeren yazısına yer verilmiş ve bu ifadelerin ‘başkalarını sebepsiz yere incittiğini, insan ilişkilerinin gelişmesine yarayan kamusal tartışmaya bir katkıda bulunmadığı’ belirtilmişti.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

Sevan Nişanyan has been sentenced to 13,5 months in prison for insulting the Prophet Mohammed in a piece he published in his blog by the 14th Istanbul Peace Court. Since Nişanyan has a previous criminal record this prison sentence cannot be postponed as it had been in the case of pianist Fazil Say who was recently convicted of the same crime.

__________________________________________________________________________________________

Who owns Turkey’s mosques?

22/05/2013 Yorumlar kapalı

20.05.2013, Al Monitor by Orhan Kemal Cengiz

The Turkish Court of Cassation, a high court before which ordinary court decisions can be appealed, has recently engaged in an interesting discussion in connection with cases of thefts from mosques.  The discussion was on the question whether the mosques are public property or just places of worship. The qualification of the crime would be changed according to the legal qualification of the mosques. The high court finally concluded that mosques are just places of worship.

 This discussion is proof that there is confusion in even the minds of minds about the status of mosques in Turkey. This is because the state’s control of religion in Turkey is so strict that the status of mosques may appear controversial. All imams in Turkey are civil servants, and they are appointed to these mosques by the Religious Affairs Directorate, which is operating under the authority of the prime minister’s office.

The high court finally decided that mosques are places of worship, not public property. But it did not provide an answer to who are the owners of Turkey’s 80,000 mosques. These mosques are governed by civil servants appointed by the Religious Affairs Directorate, with some of the mosques belonging to foundations and associations, while others belong to the treasury.

Turkey does not recognize religious communities, neither grants legal personality to their religious institutions. In other words, mosques and churches are not recognized as such. Namely, mosques are the mosques of the Religious Affairs Directorate or they belong to an association or foundation. Mosques, churches and their congregations are not recognized as legal entities. Instead, the Religious Affairs Directorate, foundations and associations represent them legally.

To better explain the situation in Turkey, one can look at how these institutions are recognized in Europe. For example in Germany, religious communities are offered the possibility to apply for a special public law status because they fulfill certain criteria and can conduct certain public functions. Thus, for example, members’ donations to such communities and churches are paid via tax offices in the form of a special tax. In Turkey, on the other hand, the Religious Affairs Directorate uses the taxes paid by the public for funding services only for Sunni Muslims. In Austria, recognition is made under the law for churches and religious communities. In the Netherlands, religious organizations are granted legal status under the relevant provisions of the civil code. Even in France, from which Turkey inherited its strict secularist practices, religious communities are recognized under a separate category called “association culturele.”

The Turkish legislation on associations and foundations does not contain a single provision concerning religious institutions. There are, in effect, associations and foundations established with the purpose of building and maintaining mosques. With inspiration from these associations and foundations, the government gave non-Muslims the right to establish such associations and foundations in 2004. Associations or foundations are not bodies that are specifically designed for the needs of religious organizations or communities in Turkey. As a result of this non-recognition of religious institutions as religious community, or as churches and mosques, all affairs of these communities are regulated by separate laws and regulations which have nothing to the with the religious sphere. For example, if any religious community wishes to collect money or any other donations for its work, it has to go through a cumbersome legal procedure to get permission from the governor or ministry under law No. 2860 (on the collection of charitable donations).

If a religious institution would like to train its own clergymen, this is not possible for any religious community in Turkey. Imams (Muslim clerics) must attend a religious school and be employed by the Religious Affairs Directorate. The directorate has absolute power to appoint any imam to any mosque, and the congregation has no say in this. When it comes to non-Muslims, there is no way for them to train clergymen. The Halki Seminary, which trains Greek Orthodox clergymen, was closed in 1971. As for other non-Muslim congregations, there is no school or institution that can train their clergy. If a religious community would like to organize a talk or a conference on a specific matter, it needs to get permission from the governor. If it wants to publish a periodical, it needs to go through a legal procedure like any other person or institution. If it wants to open a Bible or Quran school, it needs to get permission and fill out a lot of paperwork.

These shortcomings do not stem from the legal loopholes which have come to be “accidental” or “incidental.” Rather, the Turkish state seeks to take the religious sphere entirely under its control. Thus, it does not recognize Alevi cemevis [assembly houses] as places of worship; it appoints imams and preachers to mosques; it says to Armenians, Greeks and Jews, “Your cases are governed by the Treaty of Lausanne,” but it does not give them a legal arrangement within which they can act in today’s setting; it allows Protestants and Syriacs to establish associations, but these organizations are not granted any more rights than those available to “associations for building mosques” and it does not recognize churches and monasteries.

There is a tremendous gap in the field of religious affairs. Turkey, to be a democratic country, must recognize religious communities and their institutions in its constitutions and laws. Then, it must pass a law concerning religious institutions that will govern the relations and needs of religious groups. This law should further regulate such matters like establishing places of worship, recruiting staff, training clerics, collecting donations, holding meetings and ceremonies, running training courses, acquiring property and building care facilities for the elderly. The criteria for recognizing places of worship should be objective, like the number of attendants; it should not be up to the state to decide whether a cemevi or Buddhist temple is a place of worship or not. Likewise, Turkey should stop meddling with the internal affairs of the patriarchates of non-Muslims, and constitutional and legal guarantees should be provided to these institutions.

In short, when it comes to freedom of religion, Turkey has a very long way to go.

__________________________________________________________________________________________

ABD Dini Özgürlükler Raporu: Türkiye’de Sünniler kayırılıyor /USCIRF Report: Sunni Muslims are given preferencial treatment in Turkey

22/05/2013 Yorumlar kapalı

21.05.2013, BBC Türkçe

Summary in English below.

ABD’nin yıllık Uluslararası Din Özgürlüğü Raporu’nda, dünyada geçen yıl Yahudilere ve Müslümanlara yönelik ayrımcılığın arttığına dikkat çekiliyor.

Raporda, Belçika ve Birmanya’da Müslümanlara kısıtlama ve baskıların arttığı belirtilirken, anti-semitizmin yükselişte olduğu ülkelerin başında da Venezüela, Mısır ve İran sayılıyor.

Çin, Kuzey Kore, Eritre, Suudi Arabistan, Sudan ve Özbekistan gibi ülkeler de “endişe” uyandıran ülkeler arasında.Raporun Türkiye ile ilgili bölümü ise geçen yılkinden çok farklı değil.

Raporda geçen yıl olduğu gibi, dini özgürlüklerin anayasal ve yasal güvence altında olmasına rağmen, kısıtlamaların sürdüğüne ve Sünnilerin kayırıldığına işaret ediliyor.

Alevilere karşı ayrımcılık

Türkiye’ye ayrılan 16 sayfada, Sünni Müslümanlara kayırıcı yaklaşıldığı vurgulanıyor. Sünni mezheplere hizmet eden camilerin ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın devlet desteğine sahip olduğu belirtilirken, sayıları 15-25 milyon civarında olduğu ifade edilen Alevilerin ise devlet tarafından “heterodoks Müslüman mezhebi” olarak görüldüğü ve finansal olarak desteklenmediği kaydediliyor.

Raporda ayrıca, Lozan Anlaşması tarafından azınlık olarak tanınan Ermeni Ortodoks, Rum Ortodoks ve Yahudi nüfusun kendi okullarını idare edebildiği, diğer dini grupların ise kendi okullarını açamadığı dile getiriliyor.

Dini vakıf mülkleri

“Hükümet, önceki yıllarda el konulan azınlıklara ait dini vakıfların mülklerinin iadesine veya tazminine devam ediyor” denilen raporda, 40 yıldır kapalı durumda olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun ise hangi yasal organ tarafından tekrar açılabileceğine açıklık getirilmediği söyleniyor.

Rapordaki önemli bazı detaylar şunlar:

  • Her ne kadar anayasa “Kimse dini inançlarını açıklamaya zorlanamaz” dese de, nüfuz cüzdanlarındaki bir bölüm, kişiyi dini inancını açıklamaya zorlamaktadır. Aleviler, Bahailer ve Yezidiler kendi dini kimliklerini yazamamaktalar çünkü verilen seçenekler içinde bunlar yer almamaktadır.
  • Dini konuşmalar ve din değiştirme kanuni olsa da bazı Müslüman, Hristiyan ve Bahailer devlet kısıtlamalarıyla; izlemeye ve çocuklara dini bilgiler sağlama veya din propagandası (misyonerlik) yapma suçlamasıyla bazen tacizlerle karşı karşıya bulunmaktadırlar.
  • Dini inançlarından dolayı askerlik yapmak istemeyen en azından bir Yehova Şahidi vicdani retçinin hapse atılması da dahil, din özgürlüğünün suistimal edildiği haberleri yansıdı.

‘Yeni azınlık gruplar oluşuyor’

  • Ceza hukuku imamların, papazların, hahamların ve diğer dini liderlerin hükümeti veya devletin kanunlarını eleştirmesini yasaklıyor. Buna uyulmadığı halde bir aydan bir yıla veya ağırlığına göre üç aydan iki yıla kadar hapis cezası öngörülüyor.
  • Dini cemaatlere ibadet edebilme özgürlüğü tanınırken, ülkenin son yıllarda gelişen ekonomisi nedeniyle Afrika ve Filipinler gibi yerlerden gelen Katolik, Rus Ortodokslar gibi yeni azınlık gruplar da Türkiye’de oluşuyor.
  • Yahudi liderler, toplumun belli kesiminin anti-semitik duygular ifade etmeye devam ettiğini söylüyor.
  • Birçok Alevi mecburi dini eğitime kendi doktrin veya inançları alınmadığı için ayrımcılıkla karşı karşıya kaldı.
  • Aleviler Cemevi açmak istediklerinde engellerle karşılaştıklarından bahsettiler. İnşaat edilen Cemevleri ise hukuki statüye sahip olmadıklarından dolayı Diyanet’ten finansal destek alamadılar.

Fazıl Say’a suçlama, başörtüsü yasağı

  • Hükümet kişileri ve organizasyonları dini değerlere küfretmekle suçladı. Haziran ayında piyanist Fazıl Say attığı Tweeter mesajlarıyla dini değerlere hakaret etme ve kamuoyuna nefret ve düşmanlık yaratmakla suçlandı ve savcılar kendisine dava açtı.
  • Başörtüsü yasağı, devlet daireleri ve ilkokullarda uygulanmaya devam etti. Ama YÖK, üniversiteler ve bazı iş yerlerinde yasak uygulanmıyor.
  • Hükümet Fener Rum Ortodoks Patriği’nin ‘Ekümenik’ statüsünü tanımamaya devam etti.
  • 2003’teki iyileştirmelere rağmen yetkililer 1923’ten bu yana sadece bir yeni kilise kurulmasına izin verdi.
  • Hrant Dink davasında tüm sanıklar ciddi bir suç olan ‘silahlı örgüt üyeliği’ suçlamasından beraat etti, mahkeme ‘organize suç’ için yeterli delil bulamadı.
  • Raporda son yıllardaki dini azınlıklara yönelik şiddet olayları hatırlatılırken geçtiğimiz yıl bedenine öldürüldükten sonra haç kazınan 84 yaşındaki bir Ermeni kadının cinayetine değinildi.

Olumlu gelişmeler:

  • Fener Rum Ortodoks Patriği, Şubat ayında tarihte ilk kez, kamuoyuna kapalı bir oturumda parlamentonun Anayasa Komisyonu’na konuştu. Daha sonra Süryani Ortodoks cemaati adına da temsilciler konuşma yaptılar.
  • Hükümet, 2011 yılında yayımladığı bir karar ile önceki yıllarda el konan dini topluluk vakıflarına ait mal varlıkları için bunları iade etmeyi veya tazminat ödemeyi sürdürdü.
  • Son iki yılda Yahudilere karşı önemli bir şiddet olayı olmadı. Ülkedeki Yahudilerin durumu genel olarak diğer Müslüman ülkelerden daha iyi ve gerektiğinde devletten koruma alabilmekteler.
  • Hükümet, Selçuk’taki Meryem Ana Evi, Demre’deki St. Nicholas, Antakya’daki St. Peter ve Van’daki Akdamar kiliseleri ile Trabzon’daki Sümela Manastırı gibi, daha önceden devlet müzesi haline dönüştürülen önemli dini mekanlarda, yıllık dini ayinlerin yapılmasına yine izin verdi.
  • Diyarbakır Belediyesi’nin metruk durumdaki Ermeni kilisesi St. Giragos’un yenilemesi sonrasında 97 yıl sonra ilk kez ayin düzenlendi.

Yazının devamını okumak için tıklayınız.

Summary
The US State Department released Monday its 2012 International Religious Freedom Report, which notes that religious freedom is declining in many parts of the world. The Report on Turkey is not very different from last year’s report; while religious freedom is generally protected in the Constitution, considerable restrictions continue to exist. Some highlights from the report include:
-The government has long restricted religious minority communities’ ability to own, maintain, and transfer both communal and individual property, to control internal governance, and to train clergy. However, the AK

Party recently has begun to reverse many of these restrictive policies, actions which the minorities generally view as positive.
– Alevis worship in “gathering places” (cemevi), which the Turkish government does not consider legal houses of worship, effectively meaning they cannot receive the legal and financial benefits associated with such status.
– There have been two longstanding religious freedom issues for religious minorities relating to education:

first, the inability of minority communities to educate their youth in schools that are in line with their religious beliefs; and second, derogatory comments a bout and/or misrepresentations of religious groups and their historical legacies in school textbooks.
– Due to its interpretation of secularism, the government has long banned religious dress, including the wearing of headscarves, in state buildings, including public and private universities, the parliament,
courts, and schools. Under Turkish law, only the titular head of any religious group may wear religious garb in public facilities.
The full report can be reached here.

_________________________________________________________________________________________

Cemaat Yönetimi Cumhurbaşkanı Gül’ü Ziyaret Etti / Jewish Community Leadership Visits President Gül

21/05/2013 Yorumlar kapalı

15.05.2013, Şalom

Summary in English below.

Hafta sonunda Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh, Başkan Vekili Gina Alkaş, geçmiş dönem başkanı Sami Herman ve Onursal Başkan Bensiyon Pinto Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü ziyaret etti. Tarabya Köşkü’nde gerçekleşen ziyaret sıcak bir ortamda geçti. Cemaat yöneticilerinden Türk Musevilerinin geleceğe yönelik planları ile ilgili bilgiler alan Cumhurbaşkanı Gül, konuyla ilgili kendi görüşlerini de aktardı.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

Over the weekend the Head of the Turkish Jewish Community İshak İbrahimzadeh and three other representatives visited President Abdullah Gül. Community leaders shared the plans of the Turkish Jews for the future with President Gül.

_________________________________________________________________________________________

Vicdani Ret İnsan Hakkıdır /Conscientious Objection is a Human Right

20/05/2013 Yorumlar kapalı

18.05.2013, Bianet

Summary in English below.

Vidani Ret Buluşması’nda, Avukat Davut Erkan, Vicdani Ret Derneği Eş Başkanı Merve Arkun, vicdani retçi Halil Savda, Avrupa Vicdani Retçiler Bürosu’ndan Murat Kanatlı ve Asker Hakları’ndan Tolga İslam konuştu.

Vicdani Ret Derneği’nin Dünya Vicdani Retçiler Haftası’nda düzenleği Vicdani Ret Buluşması, bugün Cezayir Toplantı Salonu’nda gerçekleşti.

Etkinliğin açılış konuşmasını derneğin Eş Başkanı Merve Arkun yaptı. Arkun, derneğin 15 Mayıs’ta 87 üyeyle kurulduğunu, retçilerin yaşadığı hukuki sorunlarda davalara müdahil olacaklarını, örgütlü bir dayanışma göstereceklerini söyledi.

“Vicdani retçiler sivil ölüm yaşamak zorunda bırakılıyor. Bu topraklarda savaş sonlanacak olsa bile dünyanın başka topraklarında savaşlar devam ediyor. Militarizm hayatın her alanına nüfuz etmiş durumda.”

Arkun herkesi derneğe katılmaya davet etti. Arkun’un ardından panelistler Avrupa Vicdani Retçiler Bürosu’ndan Murat Kanatlı, Avukat Davut Erkan, vicdani retçi Halil Savda, Asker Hakları İnisiyatifi’nden Tolga İslam konuştu.

Kanatlı, Türkiye’de bu konuyu tartışmaya çok geriden başlandığını ifade etti:

“Avrupa Birliği içindeki birçok ülkede zorunlu askerlik kaldırılmış durumda. Avrupa Konseyi’ndeki 47 ülkede sadece Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan’da sorun yaşanıyor. Ermenistan ve Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) bu sebeple mahkum oldu. Türkiye uluslararası toplumda vicdani ret nedeniyle ‘sıkışmış’ durumda.”

Avukat Davut Erkan da Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 1989’daki bir kararıyla, vidani reddi insan hakkı olarak tanıdığını söyledi:

“AİHM’in verdiği Osman Murat Ülke ve Vahan Bayatyan kararları, çok geç kalınmış kararlar. AİHM de uzun süre ayak diredi. Osman Murat Ülke kararıyla ilk kez Avrupa İnsan Hakları’nın 9. Maddesi uyarınca Türkiye suçlu bulundu, kişinin tekrar tekrar yargılanması insanlıkdışı muamele olarak tanımlandı. Bayatyan kararında da Ermenistan aynı maddeden mahkum oldu.”

Avukat Erkan, yerel mahkemelerin ise özellikle dini temelli vicdani retlerde ayrımcılık yaptığına değindi: “Mumammet Serdar Delice’nin yargılandığı mahkeme, İslam’da savaş karşıtlığı olmadığı gerekçesiyle Delice’yi haklı bulmadı.”

Bu konuda kullanılabilecek bir hukuksal boşluk olduğunu hatırlatan Erkan, kimsenin evinden alınarak zorla askeri birliğe götürülemeyeceğini söyledi ve herkesi reddini açıklamaya davet etti.

Vicdani Retçi Halil Savda da 4. Yargı paketiyle, “halkı askerlikten soğutmak” konulu Türk Ceza Kanunu’nun 318. Maddesinde kısmi iyileştirme yapıldığını ancak bunun da yetersiz olduğunu ifade etti.Savda, insanların aslında askere gitmek istemediğini, bu nedenle devletlerin “halka zorla askerliği ‘sevdirmek’ için” böyle bir kanun maddesi icat ettiğini belirtti. Savda, Savaş Karşıtları isimli internet sitesine de bu maddeden dava açıldığını hatırlattı:


Asker Hakları’ndan Tolga İslam da bugüne dek yaptıklarını anlattı:

“Nisan 2011’de askerlerin de hakları vardır, diyerek kurulduk. Zorunlu askerliğin sorunlu yönlerini kamuoyunda görünür kılmaya çalışıyoruz. Şimdiye dek 1500 kötü muamele başvurusu aldık.”

İslam, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şeffalaşmasını çok önemsediklerini ekledi. (AS)

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

During the week of International Conscientious Objectors Day the Association on Conscientious Objection, which has been established on May 15, 2013, organized a Panel discussion on the right to conscientious objection in Turkey. Co-Chair of the Association, Merve Arkun said that they will intervene in the cases of conscientious objectors and continue their struggle in an organized way. Based on the decision of a first instance military court concerning M.S. Delice, a Muslim conscientious objector, lawyer Davut Erkan said that domestic courts in Turkey discriminate based on religion and there continues to be a legal vacuum in this sphere. Tolga İslam from “Soldiers’ Rights” said that they continue to expose the problematic aspects of compulsory military service to the public and that, so far, they received 1500 application alleging degrading treatment from conscripts.

___________________________________________________________________________________________

Mescit için imza alamayan öğretmen sınıfta Alevilerle Sünnileri ayırdı! /Teacher separates Sunni and Alevi students in classroom

16/05/2013 Yorumlar kapalı

15.05.2013, Radikal

Summary in English below.

Ankara’daki Akdere Çağrıbey Anadolu Lisesi’nde bir öğretmenin, okulda mescit açılması için hazırladığı dilekçeleri ailelerine imzalatmaları için öğrencilere baskı yaptığı belirtildi. Dilekçeleri kabul etmeyen öğrencileri sınıfta Alevi ve Sünni olarak ayrı yerlerde oturtan öğretmenin öğrencilere, “Komünistler ve Aleviler kucak kucağa oturan milletlerdir” dediği iddia edildi.

Cumhuriyet’ten Mert Taşçılar’ın haberine göre, Tarih öğretmeni Nuri Işık, görev yaptığı Akdere Çağrıbey Anadolu Lisesi’nde mescit açılması için dağıttığı dilekçeleri ailelerine imzalatmaları için öğrencilere baskı yaptığı öğrenildi. Işık’ın bu girişimine bazı öğrenciler karşı çıkarak dilekçeleri kabul etmediler. Bunun üzerine öğrencilere tepki gösteren Işık’ın, öğrencileri Komünist ve Alevi olmakla suçladığı, sınıflarda öğrencileri Sünni ve Alevi diyerek ayrı oturttuğu belirtildi.

Okul Müdürü Ali Özdemir iddiaları kabul ederek, “O konu üzerinde hassasiyetle duruyorum. Konuyu ilçe milli eğitim müdürümüzle görüştüm. Hocamızın fevri davranışları olursa sonucuna katlanır. Bu kötü şeyler kesinlikle müsaade edilmeyeceğini de bilmesi lazım” ifadelerini kullandı. Milli Eğitim Bakanlığı da okula müfettiş göndererek soruşturma başlattı.
….
Mescit açılması için kendisine verilen dilekçeyi ailesine imzalatmayı kabul etmeyen öğrenci C.D., diğer öğrenciler tarafından Facebook üzerinden tehdit edilirken okulda öğrenciler tarafından sıkıştırıldı.

Haberin tümüne ulaşmak için tıklayınız.

Summary

It has been reported that a teacher in Çağrıbey Anadolu high school asked the parents of the students to sign a petition asking for the opening a mesjid at the school premises and pressured the students to have them signed. According to Cumhuriyet Daily following the refusal of of some parents and students, allegedly the teacher made the Sunni and Alevi children sit separately in the classroom. The Principal of the School Ali Özdemir accepted the accusations and said that that he informed the Ministry of Education and that the Ministry sent an inspector to the school. In addition a student who did not accept to take the petition to have his or her parents to have it signed was  threatened by other students.

_________________________________________________________________________________________
 

ÖDH: “Hüküm Giyen Özgür Düşüncedir” / ÖDH: “Freedom of Thought Convicted”

15/05/2013 Yorumlar kapalı

22.04.2013, Özgür Düşünce Hareketi Açıklaması

Statement from Free Thought Movement Summary in English below.

Geçtiğimiz yıl açılan davanın ardından bir bakıma beklenen oldu ve Fazıl Say “dini değerleri aşağılamak” suçundan, 5 yıllık koşullu erteleme ile 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Özgür Düşünce Hareketi olarak bizler, bu olayın ülkemizde özgür düşünceye karşı yürütülen baskı ve yıldırma kampanyasının bir parçası olduğunun farkındayız.

Say’ın “ateist olduğum için gururluyum” ifadelerinin bile iddianameye girdiği, inançsızların varlığının dahi dine hakaret kabul edildiği bu tablo karşısında sessiz kalmayı reddediyoruz.

Özgür düşüncenin hapsedilmesine karşı çıkıyoruz! Dinlerden özgürlük savunucuları olarak bizler hoşgörülmek yahut tahammül edilmek istemiyoruz, bizler varız, susmayacağız. Birileri bu gerçekten rencide oluyor, inançlarını aşağılanmış sayıyor diye özgürlüğümüzün elimizden alınmasına itiraz ediyoruz.

Açıklamaya ulaşmak için tıklayınız.

Summary

As expected Fazıl Say for  was sentenced to 10 months in prison for “insulting religious values”. The Özgür Düşünce Hareketi (Free Thought Movement – ÖDH) objects to the restrictions of our freedom because others’ feel that their beliefs are insulted.  We refuse to remain silent when Say’s statements saying “I am proud to be an atheist” are considered as an insult in the indictment. We do not want to be tolerated, we want to be respected.

İÖG- the ÖDH are a group of activists who had been defending free thought on the internet individually before coming together to advocate for atheism, agnosticism and freedom from religions, in an atmosphere in which rulers and their partners keep harping on the freedom of supernatural beliefs, the simplest criticism are considered as “humiliation of public values”, and the mere existence of atheists counts as an offense to religion.

__________________________________________________________________________________________

 

Türkiye’nin ilk Yahudi çalışmaları merkezi kuruldu / Turkey’s First Centre for Jewish Studies

15/05/2013 Yorumlar kapalı

 

14.05.2013, Agos

Summary in English below.

YAÇAM (Yahudi Çalışmaları Merkezi), TUİÇ bünyesinde kurularak geçmişten bugüne kadar uzanan Yahudi tarihini ve bu tarih yolculuğunda yer alan başta Türkler olmak üzere tüm dünya ile ilişkilerini detaylarıyla ele almayı planlıyor.

Türkiye’de bir ilk niteliği taşıyan bu merkezin özellikle üniversite öğrencileri tarafından ‘sivil inisiyatif’ alınarak kurulduğunu ifade eden TUİÇ Derneği Başkanı Burak Yalım “Asırlardır ilişkilerimizin bulunduğu Yahudilerle bu tarihsel arka planın yeniden incelenmesi ve bu alanda çok yönlü araştırmalar yapılabilmesi için biz bu merkezi kurduk” dedi.

Yahudi çalışmaları merkezi kurma fikrinin özellikle üniversite öğrencileri tarafından kendilerine geldiğinin altını çizen Yalım “Yahudilik ve Yahudi tarihi gibi konularda çalışmalar yapan arkadaşlarımızın taleplerini de dikkate alarak bu alanda araştırma yapmak isteyenler için yeni bir kapı açtık. Bu merkezin önemli işler çıkaracağına inanıyorum” ifadelerini kullandı.

Yahudi Çalışmaları Merkezi aynı zamanda İsrail’deki üniversiteler, araştırma merkezleri, basın ve yayın kuruluşları, STK’lar ve dini kurumlar ile Türkiye’de ki benzer kuruluşlar arasında ortak bir bağ kurmayı ve sosyal etkileşim sağlamayı hedefliyor.

TUİÇ bünyesinde YAÇAM dışında Avrasya, Yakın Doğu, Balkan ve Latin Amerika çalışmaları merkezleri yer alıyor.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

Summary

The Centre for Jewish Studies (YAÇAM) is established within the Association on International Relations Studies (TUİÇ)  and aims to create networking and social interaction between universities, research centres, media institutions, NGOs and religious institutions in Israel and similar institutions in Turkey. The Chair of TUİÇ, Burak Yalım said that this idea came from university students who conduct research on Judaism and Jewish history.

__________________________________________________________________________________________

“Zirve” katliamında çarpıcı iddialar / Striking claims in “Zirve” trial

15/05/2013 Yorumlar kapalı

14.05.2013, CNNTürk

Summary in English below.

Malatya’da Zirve Yayınevi ile ilgili davanın öğleden sonraki oturumunda ifade vermeyi sürdüren gizli tanık İlker Çınar, çarpıcı iddialarda bulundu… 1992 yılında TSK’ya uzman erbaş olarak girdiğini ve daha sonra istihbarat biriminde görevlendirildiğini belirten Çınar, TUSHAD bünyesindeki Beyaz Kuvvetler Komutanlığı’nda göreve başladığı sırada kendisine misyonerlik ile ilgili eğitimlerin verildiğini ve bu dönemde TUSHAD’ın başında şu an emekli olan Orgeneral Hurşit Tolon’un olduğunu iddia etti.

  Yüzü karartılarak görüntülü olarak dinlenen davanın gizli tanığı ve aynı zamanda sanığı da olan İlker Çınar, “Tanıklığımı ülkem için yapıyorum” dedi.
1992 yılında TSK’ya uzman erbaş olarak girdiğini ve daha sonra istihbarat biriminde görevlendirildiğini belirten Çınar, TUSHAD bünyesindeki Beyaz Kuvvetler Komutanlığı’nda göreve başladığı sırada kendisine misyonerlik ile ilgili eğitimlerin verildiğini ve bu dönemde TUSHAD’ın başında şu an emekli olan Orgeneral Hurşit Tolon’un olduğunu iddia etti.
1993 yılında kurulan TUSHAD’ın çok gizli olduğunu ifade eden Çınar, bu kurumun JİTEM ile koordine olarak çalıştığını ve TUSHAD’daki sicil numarasının ise 3276 olduğunu ileri sürdü.
8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili hazırlanan iddianamede tek şüpheli olarak gösterilen Ergenekon davası sanıklarından Levent Ersöz’ün eğitmeni olduğunu savunan gizli tanık Çınar, emekli orgeneral Tolon’dan talimatlar aldığını öne sürerek, “Bana kurslarda Turgut Özal ve Eşref Bitlis’e yapılan suikastlar anlatılmıştı” iddiasında bulundu.
TUSHAD’ın talimatı ile İncil dağıtıp, misyonerliğin yayılması için çalışmalar yaptığını iddia eden Çınar, bu konuda da Hıristiyan Kızılay’ında takdir belgesi aldığını söyledi.
O dönemde Papazlık sertifikası da aldığını söyleyen Çınar, “Bu faaliyetlerdeki amacım, misyonerlik faaliyeti yapıyormuş gibi gözüküp, onlardan biriymiş gibi gözüküp bilgi toplamaktı. Fişleme niteliğinde çalışma yapıp, kuryeler aracılığı ile gönderiyordum. İzmir Selçuk’taki İncil Akademisi’ni bitirerek, pastör ve papazlık yapabilecek seviyeye geldim. TUSHAD’dan izin alarak kimliğimi değiştirerek, Hıristiyan yazdırdım. Dinimi değiştirdim. Pastör olarak nikah da kıydım, vaftiz de yaptım. Değişik kiliselerde pastör olarak görev yaptım. Faaliyetlerim 2005 yılına kadar devam etti. 24 Temmuz 2005 tarihinden itibaren saha çalışmasını tamamladım. Flash bellek içerisinde yaptığım çalışmaların dökümünü Ruhi Abat’a teslim ettim” diye konuştu.
TUSHAD’da aldığı maaşın 2 bin TL olduğunu da belirten Çınar, 2008 yılı Eylül ayından sonra bir daha maaş almadığını da belirterek dosyasının Özel Kuvvetler’deki kozmik odada olduğunu ileri sürdü. Gizli tanık Çınar’ın 14 Mayıs Salı günü dinlenilmesi için duruşma ertelendi.
Habere ulaşmak için tıklayınız.
Summary
İlker Çınar, who worked for the National Strategies and Operations Department of Turkey (TUSHAD), told the court during the 65th hearing in the trial on Monday that TUSHAD was the mastermind of the Zirve murders, where the victims were brutally killed and their throats slit. Çınar, who is also a suspect in the trial,agreed for his voice to be relayed to the courtroom without distortion, but asked for the video-image to be blurred.In his testimony, Çınar said he acted based on his on free will and was speaking the truth. He said “Behind all these incidents is this TUSHAD, which I thought was backed by the state and I have seen that all the operations in Malatya were organized by this [group].” However, he said he later found out that TUSHAD was not the state. “This [TUSHAD] formation is behind all the heinous attacks targeting minorities and Christians. This is not the state. If I hadn’t spoken up against this, the blame would be on the five youths who were chosen as the victims,” he said, referring to the five suspects who physically committed the murders. “I haven’t been manipulated by anyone. I am listening to the voice of my own conscience. TUSHAD is a secret group that is part of the Ergenekon terrorist organization.”

_________________________________________________________________________________________

Akil İnsanlar Gayrimüslimlerle Buluştu / Wise Persons Meet Non-Muslims

14/05/2013 Yorumlar kapalı

12.05.2013, Agos

Summary in English below.

Âkil İnsanlar Heyeti Marmara bölgesi grubu, bugün Feriköy’de azınlık toplumun temsilcileriyle bir araya geldi. Görüşmede, azınlık vakıflarının temsilcileri medya ve ders kitaplarındaki ayrımcı dile dikkat çekti. Heyetten Mustafa Armağan ise, Türkiye’nin laik bir ülke olmadığını hatırlatarak “Ruhban Okulu neden hâlâ kapalı?” diye sordu.

Akademisyen Deniz Ülke Arıboğan başkanlığında Ali Bayramoğlu, Hülya Koçyiğit, Orhan Gencebay, Yücel Sayman, Yakup Levent Korkut ve Mustafa Armağan’dan oluşan Âkil İnsanlar Heyeti Marmara bölgesi grubu, bugün azınlık vakıfların temsilcileriyle bir araya geldi. Feriköy Surp Vartanants Kilisesi Nazar Şirinoğlu Salonu’ndaki buluşmada, âkil insanlar, azınlık vakıflarının temsilcilerinden gayrimüslimlerin yaşadıkları sorunları dinleyerek not aldı.

Toplantının açılış konuşmasını yapan Surp Vartanants Kilisesi Başkanı Murat Öğer, anneler gününü kutladı. Azınlık Vakıfları Temsilcisi Lakis Vingas da katılımcıların gayrimüslim toplum üyeleriyle bir araya gelmesinin kendilerini oldukça mutlu ettiğini belirtti. Dün Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelen patlamayı kınayan Vingas, “Barış sürecinde böyle bir olayla karşılaşmayı hiçbirimiz beklemiyorduk” dedi. Vingas, konuşmasında şunları söyledi: “Âkil insanlar, barışı sadece Türk ve Kürt halkları için değil, tüm Türkiye coğrafyası için sağlamaya çalışıyor ve bu yolda çaba harcıyorlar. Onların asıl amacı, tüm ülkenin demokratikleşmesi. Sayıca az olmamız, bizi azınlık yapmaz ve vatandaşlık haklarımızı sınırlandırmaz. Bu sayıca az olmamız, bizim isteğimiz doğrultusunda gerçekleşen bir şey değil. Ne yazık ki 90 yıldır özgür ve onurlu bir hayat sürdüremiyoruz. Yapmış olduğunuz bu ziyaretin, geleceğe ışık tutmasını ümit ediyorum.”

Âkil İnsanlar Heyeti Marmara grubu başkanı Deniz Ülke Arıboğan, kendilerini ‘âkil insan’ olarak değil de, barış için çabalayan bir heyet olarak adlandırdıklarını dile getirdi. Arıboğan, “Birbirinden farklı referansları ele alarak topluma barışı anlatmak için bir araya geldik” dedi. Düzenledikleri toplantılarla, kendilerinin anlattıklarından ziyade toplumun görüşlerine değer verdiklerini ve bu kapsamda halkın söyleyeceği sözleri ciddiye aldıklarını vurguladı. Arıboğan, barışın, toplumun desteği olmadan gelmeyeceğini de sözlerine ekledi.

Daha sonra sözü Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Ali Bayramoğlu devraldı. Konuşmasında gayrimüslim toplum üyeleriyle bir araya gelmekten ötürü duyduğu memnuniyeti dile getiren Bayramoğlu, “Azınlıklara söz hakkı vermeden, bir ülkeye toplumsal bir demokrasinin gelmesi söz konusu olamaz” dedi.

Türkiye sinemasında bir döneme damgasını vuran ünlü oyuncu Hülya Koçyiğit de konuşmasına Hatay’da yaşanan acı olayı kınayarak başladı. Yola çıkış noktalarının Kürt sorunu olduğunu söyleyen Koçyiğit, barışın sadece iki toplumu değil, tüm halkı kapsadığını söyleyerek bugüne dek barış için birçok kayıp verdiklerini ve bundan sonraki süreçte yola kayıpsız devam etmek istediklerini belirtti.

“Dünya üzerinde keşke tek bir dil olsa ve sınırlar olmasa” diyen Orhan Gencebay, tek kimliğin ‘insan’ olması gerektiğini vurguladı, “Ben hiçbir zaman insanları dil, din, ırk veya cinsiyetleri konusunda ayırmadım” dedi

Levent Korkut ise, son yıllarda kardeşliğin ve bir arada yaşama duygusunun kaybedildiğini belirterek şöyle konuştu: “Ben bugün burada Hrant Dink’i, Musa Anter’i görmek isterdim. Burada 40 bin gayrimüslimle bir araya gelmeyi isterdim. Şu an burada olan sizler de aslında azınlık değilsiniz, oldukça büyük bir topluluksunuz. Bunun için sayının önemi yok. Ben Türk ve Müslüman olarak yetiştirildim ancak gayrimüslimlerin yaşadığı acıların tümüne ortak oldum. Temennim o ki, daha fazla insan, değer ve kültür kaybetmeyelim.

”Mustafa Armağan, Osmanlı İmparatorluğu döneminde açılan Ruhban Okulu’nun kapatıldığını hatırlatarak, Türkiye’nin henüz tam anlamıyla laik bir ülke olmadığını söyledi. Armağan, “Osmanlı dinciydi’ diyorlar ama o dönemde açılan Ruhban Okulu günümüzde kapalı. Daha laik olmamız gerekirken, bugün bu Ruhban Okulu neden hâlâ kapalı?” dedi.Heyet üyelerinin ardından sözü gayrimüslim toplum üyeleri aldı. Yunanca yayımlanan Apoyevmatini gazetesinin genel yayın yönetmeni Mihail Vasiliadis, medyada yer alan nefret söylemine dikkat çekti. Gayrimüslimleri sürekli bir aşağılama ve ikinci sınıf muameleye iten nefret söyleminin, devletle ilişkileri bozduğunu söyledi ve bu konuda daha hassas davranılması gerektiğini belirtti. Vasiliadis, “Hülya Hanım iyi bilir. Zamanında, Cüneyt Arkın’ın, tek bir hareketiyle boynunda haç taşıyan onlarca insanı yerle bir ettiği filmler vardı. O filmler bugün hâlâ gösteriliyor ve halk bu filmleri izleyince doğal olarak ötekileştiriyor bizi” dedi. Vasiliadis, arkadaşlarının kendisine “Mihail, iyi adamsın. Rum olmana bin şahit” dediklerini sözlerine ekleyerek konuşmasına son verdi.Gedikpaşa Surp Hovhannes Kilisesi Vakfı Başkanı Harutyun Şanlı, konuşmasında, tarih kitaplarında Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudilerin düşman olarak gösterildiğini ve gençlerin önyargılı yetiştirildiğini söyleyerek, bu durumun bir an önce düzeltilmesi gerektiğini belirtti.

Toplantıya katılanlardan Eleni Demir ise Agos’a yaptığı açıklamada görüşmenin oldukça önemli olduğunu ve olumlu bir etki yarattığını söyledi. Âkil İnsanlar Heyeti’nin oldukça zor bir görevi olduğuna değinen Demir, “Heyet üyelerinin ne kadar iyi niyetli olduklarını bugün gözlerimle gördüm. Bu tabii insana ayrı bir güvence veriyor. Heyetin eleştirilmesini anlamsız buluyorum çünkü bu insanlar gerçekten bu coğrafyaya barışı getirmek için uğraşıyorlar” dedi.

Habere ulaşmak için tıklayınız.

SummaryMembers of minority communities voice their problems and demands, including churches, schools and districts inhabited by minority populations, during the Wise Persons Commission’s Marmara Group meeting at an Armenian Church in Istanbul on May 12. At the meeting, daily Apoyevmatini’s Editor-in-Chief Mihalis Vasiliadis said there was a huge gap between the state and minority communities, asking whether there was an effort to narrow this gap.  Vasiliadis also demanded support from one of the commission members, renowned actress Hülya Koçyiğt, for the exclusion of films that have hostile expressions or symbols against minorities.
Harutyun Şanlı said the course books including hostile remarks towards minorities should be withdrawn as soon as possible. Şanlı said the period of the Justice and Development Party (AKP) government had become a turning point for minority communities. “Though our state authorities are as close as a phone line, there are still some red lines in between,” he said.
Şanlı also recalled the Foundations Law, which was enacted about two years ago, “First they returned our own lands to us, but then the municipality said they needed a green area in Istanbul,” Şanlı said.

Also, Laki Vingas, who is in charge of minority foundations in the Foundations Directorate General, said the Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan did not touch upon the minority communities in his speeches.

_________________________________________________________________________________________

 

Alevi Kurultayı’ndan ‘Barış’ Çıktı / Alevi General Assembly Emphasises ‘Peace’

13/05/2013 Yorumlar kapalı

 

12.05.2013, Radikal

Summary in English below.

‘3. Büyük Alevi Kurultayı’, “Devletli Değil Toplumsal Barış” başlığı bugün Ankara’da Anadolu Gösteri Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Kurultay’ın yapıldığı salonun duvarlarına ‘çözüm süreci’ne ve Alevilerin sorunlarına yönelik mesajların yer aldığı pankartlar asıldı. “Barış Sürecinde Talebimiz Toplumsal Barıştır”, “Cemevleri Yıkılamaz”, ‘Sivas’ta Alevi, Hrant’la Ermeni, Ape Musa ile Kürdüz; Halklarız Biz Kardeşiz” pankartlarının yer aldığı salonda, Dersim Katliamı’nın önderlerinden Seyit Rıza ve oğlu Hasan’ın el bileklerinden birbirlerine kelepçelendikleri büyük boy fotoğrafıyla giren ve Seyit Rıza’nın torunu olduğunu söyleyen Mehmet Tezel uzun süre alkışlandı.

Kurultay’a CHP ’den Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin ile milletvekilleri Hüseyin Aygün, İlhan Cihaner, Candan Yüceer, Muharrem Işık; BDP’den Grup Başkan Vekili Pervin Buldan ile Hakkari Milletvekili Adil Zozani; Emep Genel Başkanı Selma Gürkan; ÖDP Genel Başkanı Alper Taş; Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel de katıldı. AKP ve MHP’den herhangi bir temsilcinin olmaması dikkat çekti.

Semah gösterisiyle başlayan Kurultay’ın açılış konuşmasını Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Veliyettin Hürrem Ulusoy yaptı. Konuşmasında ağırlıklı olarak ‘çözüm süreci’ ve ‘yeni anayasa’ çalışmalarına değinen Ulusoy, iki konuya ilişkin şu ana kadar yaşananların Alevilerin kaygı ve endişe yaşamasına neden olduğunu vurguladı. Abdullah Öcalan’ın Nevruz kutlamasında okunan mektubunda ‘çözüm süreci’nin “İslam bayrağı altında” gerçekleşeceği sözlerinin bu kaygıya temel oluşturan örneklerden biri olduğunu kaydeden Ulusoy, AKP’nin, siyasal İslam geleneğinden gelmesinin de kaygılarının diğer bir nedeni olduğunu kaydetti. Bu siyasal geleneğin Alevileri yıllarca aşağıladığını, yok saydığını ifade eden Ulusoy, Türkiye’de ‘kalıcı çözümün’ kapsamlı bir demokratikleşmeden geçtiğini söyledi. Bu noktada ‘yeni anayasa’ çalışmalarına da değinen Ulusoy, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı’yla ilgili bir değişikliğe gidilmemesi, Alevilerin haklarını da kapsayacak bir inanç özgürlüğü zemini oluşturulmamasına tepki gösterdi.

Ulusoy’un ardından konuşmasını yapan Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, Alevilerin ‘barış’ istediğini belirtirken, bunun da ‘eşit yurttaşlık’ temelinde yapılmış bir anayasadan geçtiğini söyledi. Geçmez de Öcalan’ın ‘İslam kardeşliği’ söylemini eleştirerek, bu birlikteliğin sonuçlarının kan gölüne dönmüş Ortadoğu’da görülebileceğine işaret etti.
….
Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Doğan Demir de yaptığı konuşmada, Alevilerin ‘eşit yurttaşlık’ talebinin sadece kendileri için değil tüm etnik ve inanç grupları istediğini söyleyerek, ‘yeni anayasa’ sürecinin ‘kimin ne kadar Alevi dostu olduğunu’ göstereceğini vurguladı.
….

Haberin tümüne ulaşmak için tıklayınız.

Summary

The Third Great Alevi General Assembly, entitled “Societal Peace- not Peace via the State” was held in Ankara on 12 May 2013. Political Parties apart from the governing AK Party (Justice and Development Party) and the MHP (Nationalist Movement Party) were represented at the General Assembly. The religious leader (Postniş) of the Haci Bektashi Dervish Lodge, Veliyettin H. Ulusoy, in his opening speech, said that the Alevi community has two important concerns. First, the statement of Abdullah Öcalan saying that peace will take place under the flag of Islam and secondly, the lack of changes in the new draft Constitution concerning the Presidency of Religious Affairs (the Diyanet) and an understanding of freedom of religion or belief that will encompass the rights of the Alevi community.

__________________________________________________________________________________________